0

LİSE 2 DERS KONUSU

ÜNİTE 1 ÖĞRENME ALANI: İNANÇ

ALLAH İNANCI

1. Allah’ın Varlığının ve Birliğinin Delilleri

2. Allah Her Şeyi Yaratandır.

3. Allah Yaşatandır.

4. Allah Gözetendir.

5. İnsanın Allah’la İletişimi

5.1. Dua

5.2.İbadet

5.3.Tövbe

5.4. Kur’an Okuma

6. Temel İnanç Esasları

6.1. Allah’a iman

6.2. Meleklere iman

6.3. Kitaplara iman

6.4. Peygamberlere iman

6.5. Kadere iman

6.6. Ahirete iman

1-ALLAH’IN VARLIĞININ VE BİRLİĞİNİN DELİLLERİ

Allah fikri insanla birlikte doğmuştur. Allah'a inanmak ise, insanda yaratı­ştan gelen bir duygudur. Bütün insanlar doğru veya yanlış bir ilaha inanılışlardır. Fıtratı bozulmamış ve ruh sağlığı yerinde olan herkes, Allah'ın var e bir olduğunu bulur ve anlar. O halde neden Allah'ın varlığını ve birliğini delillerle ispatlamaya çalışıyoruz? Bu soruya kısaca şöyle cevap verebiliriz:

Evrendeki her varlığın bir ilk sebebi vardır. Bir şeye sebep olan bir varlı­ğın da kendinden önce başka bir sebebi olacaktır. Bu ilk sebep kuralının sonsuza dek sürüp gitmesi imkansızdır. O halde tüm varlıkların ilk sebebi Yüce Allah'tır. Çünkü O, yoktan var etme gücüne sahiptir. Ayrıca, çevremiz­de her şeyin değiştiğini, eskidiğini, yıprandığını, yorulduğunu, öldüğünü vs görmekteyiz. Buna karşılık, sürekli var olan, değişmeyen, azalmayan, eksil­meyen bir gücün var olduğunu da biliriz. O zaman bu değişen ve sonsuz,ale­min nasıl var olduğunu ve nasıl devam ettiğini düşünmemiz ve sorgulamamız gerekir.

a) Bu konudaki deliller, sadece insanları. uyarmak, içinde mevcut olan inanma duygusunun farkına varmayı sağlamak ve bilgileri geliştirmeye yöneliktir. Çünkü, insan yaratılırken inanma ve anlama kabiliyetine sahip olarak yaratılmıştır. Tıpkı mıknatısın demiri çekmesi gibi. Bu yetenek bozulmadığı sürece, mıknatıs demiri çeker. Hiç kimse buna engel olamaz. işte insan a böyledir. O sadece iç ve dış alemde Allah'ın varlığını ve birliğini ispat den şeylere bakarak bunlardan Allah'ın var ve bir olduğunu anlayacak kabiliyette yaratılmıştır. İşleyişi görür ve bunun tesadüfen var olmadığını görür. Bu da insanda Allah inancını güçlendirir ve insanın kendi iç dünyasında huzur ve mutluğa ulaş­masını sağlar. Dolayısıyla akıl, Allah inancını temellendirir. Böylece kişi, inancının hurafe, uydurma olmadığına karar vererek rasyonel ve mantıki yö­nü bulunan sağlam bir inanç ortaya koyar. İslam alimleri, Allah'ın varlığının ve birliğinin birçok farklı delillerle ispatla­nacağını söylemişlerdir:

Allah'ın yarattığı varlıklar arasında düşünen ve idrak eden tek varlık in­sandır. insan bazen kendi varlığı ve çevresi hakkında düşüncelere dalar. Özellikle yalnız kaldığı zamanlarda, kendi hayatını düşündüğünde, ya da bir gece gökyüzünü seyrettiğinde insanın içinde birtakım duygu/arın oluştuğu­nu hisseder. Bu arada etrafında gördüklerinin plansız, sebepsiz ve boşuna olmadığını anlar.

b) Allah, var olan maddeden başka bir şeyi yaratır. Yani mevcut olandan yenilerini de yaratabilir. Tohumdan bitkinin, çekirdekten ağacın, spermden insanın, buluttan yağmurun vs. oluşması, Yüce Allah'ın bu tür yaratma kud­retine örnektir. Bu yaratma da süreklidir

.

c) Yüce Allah, var olan her şeyi yok eder. Canlı bir varlığı cansız hale dö­nüştürür. insanın ölmesi, bedenin çürümesi, bir bitkinin kuruyup yok olması buna örnektir. Allah'ın bu yaratıcılığı da süreklidir

Evrenin ezelden (önceden) beri var olduğunu 'düşünmek imkansızdır. Çünkü alem ve içindekiler, sonradan maddeten meydana gelmiş varlıklardır. Madde de kendi kendini var etme gücüne sahip değildir. Var olmak için başka bir güce ihtiyacı vardır. Bu durumda onu var edip yaratan bir gü­cün varlığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bu güç de Yüce Allah'tır. Varlıklar kendiliğinden var olma gücüne sahip olmadıkları gibi, var olma­ları da kendilerine benzer maddi varlıklara bağlı değildir. O halde evren de dahil irili ufaklı bütün varlıklar, var olmalarını ,kendileri dışındaki yüce ve kudretli bir varlığa borçludurlar. .

Hareketin ve değişimin olmadığı bir hayat düşünülemez. Her şeyin statik (durağan) olduğu bir dünyada var oluş imkansızdır. Kısa bir süre dahi olsa dünyanın dönmediğini, güneşin ışık ve enerji yaymadığını, gece ve gündüzün olmadığını, mevsimlerin gidip gelmediğini, bulutların gezmediğini,nehir­lerin akmadığını, vücudumuzdaki atardamarların yada kalbimizin çalışma­dığını, nefes alıp veremediğimizi düşünelim. Hayatın imkansız bir hale gel­diği kendiliğinden anlaşılacaktır. Buna göre hayatı hareketli ve canlı kılan Yüce Allah, bizlere en uygun şartlarda ve ortamda yaşama imkanı sunmuş­tur. Bizim ve evrendeki diğer varlıkların bu yaşamdan faydalanmaları için her şeyi mükemmel bir şekilde düzenlemiştir. Doğrusu Allah, sadece hare­ ketin ve değişimin arkasında değil, var olan güzelliğin ve intizamın arkasın­ da da vardır

Evren ve içindeki her şey, varlıklarının başlangıcını başka bir güce (Allah’a) borçlu oldukları gibi, varlıklarının yaşam süreleri de aynı güce bağlı­dır. Yaratıcı tarafından yaratılan bütün varlıklar, kendileri için belirlenen süre sona erdikten sonra mutlaka yok olacaklardır. Şu halde, yaratılmış bütün var­lıklar sonludur. Bu da sonradan yaratılan ve sonu olan varlıklara göre son­suz bir varlığın mevcudiyetini gerektirmektedir. Bu varlık da Yüce Allah'tır.

2. ALLAH HER ŞEYİ YARATANDIR

Yaratmak, yok olanı varlığa çıkarmak, yokluktan meydana getirmek de­mektir. Yoktan var etmek sadece Cenab-ı Allah'a mahsustur. Allah'ın dışın­da hiçbir varlık, hiçbir şeyi yoktan var edemez ve yaratamaz. Çünkü bütün varlıkların yaratıcısı Allah'tır. Allah'ın dışındaki tüm varlıklar "yaratılmış" varlıklardır. Kendisi yaratılan bir varlık, asla başka bir şeyi yaratamaz. Eğer ya­ratacak olsa, o zaman kendisinin de "yaratıcı" olması gerekir. Oysa hem "ya­ratılmış" olmak hem de "yaratıcı" olmak asla mümkün değildir.

"...Bilesiniz ki yaratmak da emretmek de O'na mahsustur Yüce Allah'ın yaratması, O'nun "kudret" sıfatına sahip olmasıyla mümkün olmaktadır. Allah, her şeye kadirdir, O'na hiçbir şey zor ve ağır değildir. Di­lediğini yapabilme gücüne sahiptir. Bir şeyi yaratmak istediği zaman, dileme­si yeter. “

Allah'ın yaratması, Tekvin ve Halık (Hallak) olarak isimlendirilir. Allah Teala'nın tekvin sıfatının tecellisi olarak şu sonuçlar çıkarılabilir:

a) Yüce Allah dilediği her şeyi yoktan var eder. O'ndan başka hiçbir var­lık bu güce ve kudrete sahip değildir. Yüce Allah ezelidir. O'nun varlığının başlangıcı yoktur. Ezelde sadece O vardı. Allah'ın yaratması zaman ve me­kanla sınırlı değildir. Yaratması her an devam etmektedir Yüce Allah'ın tekvin sıfatı kısmen insanda da bulunmaktadır. Ancak in­sanın sahip olduğu bu beceri, yoktan yaratmak veya var etmek şeklinde de­ğildir.Çünkü insandaki bu yetenek sınırlı bir şekilde verilmiştir. Sadece var olan bir şeyden başka bir şey oluşturma veya meydana getirme biçiminde­dir. Nitekim insan, çekirdekten ağaç, ağaçtan da kağıt yapabilir. Ancak bun­ların Kuru ve ölü toprağa can veren O'dur. Bütün varlıkların en şereflisi ve en mükemmeli olarak yarattığı insana, diğer varlıklardan farklı biçimde insan olabilme özelliği (ruh) veren O'dur. Atomdan çekirdeği, çekirdekten ağacı, ağaçtan meyveyi, meyveden gıdayı, gıdadan kanı yaratan ve nihayet onun­la da insana hayat veren O'dur. Bu alemin kaynağı ve her şeye hakim olan Allah, yarattığı varlıkları asla yalnız bırakmaz. Sürekli onlarla beraberdir. Esasen varlıklara can veren işte Yüce Allah’ın bu beraberliğidir. Hiçbir za­man yarattığı varlıkları terk etmemiş ve onları tek başına bırakmamıştır. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ey Muhammed! Kullarım sana beni sorarlarsa, ben onlara yakınım. Yakaranın çağrısına cevap veririm...".

Yüce Allah, yarattığı tüm varlıkları sürekli kollayıp gözetmiş, onları hiçbirisini yoktan var edemez

b) Allah, var olan maddeden başka bir şeyi yaratır. Yani mevcut olandan yenilerini de yaratabilir. Tohumdan bitkinin, çekirdekten ağacın, spermden insanın, buluttan yağmurun vs. oluşması, Yüce Allah'ın bu tür yaratma kud­retine örnektir. Bu yaratma da süreklidir

c) Yüce Allah, var olan her şeyi yok eder. Canlı bir varlığı cansız hale dö­nüştürür. insanın ölmesi, bedenin çürümesi, bir bitkinin kuruyup yok olması buna örnektir. Allah'ın bu yaratıcılığı da süreklidir.Yüce Allah'ın tekvin sıfatı kısmen insanda da bulunmaktadır. Ancak in­sanın sahip olduğu bu beceri, yoktan yaratmak veya var etmek şeklinde de­ğildir.Çünkü insandaki bu yetenek sınırlı bir şekilde verilmiştir. Sadece var olan bir şeyden başka bir şey oluşturma veya meydana getirme biçiminde­dir. Nitekim insan, çekirdekten ağaç, ağaçtan da kağıt yapabilir. Ancak bun­ların hiçbirisini yoktan var edemez

3. ALLAH YAŞATANDIR

Bütün varlıkları yaratan Allah, aynı zamanda onları yaşatandır. Bu alem­de canlı veya cansız, her bir varlığın yaşamak için ihtiyaç duyduğu her şey, Yüce Allah tarafından kendilerine lütfedilmiştir. Hiçbir varlık bu ihsandan is­tisna edilmemiştir. Çünkü Allah'ın lütfu ve ihsanı boldur ve herkes içindir. Bizleri yaratan Rabbimiz kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim'de, bizi yeryüzüne gönderdikten sonra, hayatta kalmak için gereksinim duyduğumuz şeyleri verdiğini şu ayetle bildirmektedir: "And olsun, sizi yeryüzüne yerleştirdik ve orada size geçimlikler verdik. Öyle iken pek az şükrediyorsunuz."

Yüce Allah'ın sıfatlarından biri de "hayat"tır. Yani Allah; diridir, canlıdır, hayattadır, pasif veya ölü değildir demektir. Bu konuda kendisini şöyle vasıflandırmaktadır: "Kendinden başka ilah olmayan Allah, (ezeli ve ebedi olan bir) hayat ile diri, baki ve zatı ile kaimdir." Kendisi hayatta olan Yü­ce Yaratıcı, bütün varlıkların hayat kaynağıdır. Evren ve içinde bulunan her şey, canlılığını veya hayatta kalışını, onlara hayat veren Allah'a borçludur. Eğer Allah canlı ve diri olmasa idi, hiçbir varlık bugün bulunduğu konumda olmazdı. Yani Yüce Allah hayat verdiği için diğer varlıklar hayattadırlar. O di­lemezse hiçbir varlık bir an bile varlığını sürdüremez. Var olmak için hayat kaynağı olan Allah'a ihtiyacı vardır. Çünkü Allah'ın canlı ve diri olması, O'nun yaratıcılık vasfının gereği olarak zorunludur. "Ölü olmak" hayatın zıddı olduğu için, Yüce Allah hakkında böyle bir şey asla düşünülemez. Kur'an'da bu konuda şöyle buyrulmaktadır: "Ölmek şanından olmayan, daima hayat sahibi olan (Allah)'a güvenip dayan .İnsan kendi haline başı boş bırakmamıştır. Onların dünyaya gelişinden ölümlerine kadar her zaman yanlarında olmuştur.” Bir ayette Yüce Allah şöyle buyur­maktadır: Güldüren de ağlatan da_O'dur. Dirilten de öldüren de O'dur." Bu ayet, en basit günlük hareketlerimiz ile dünyaya geliş ve gidişimizin Al­lah tarafında gözetlenip denetlendiğini açıkça göstermektedir

Yüce Allah insanı her zaman gözettiğini şu ayette de bildirmektedir: "in­sanoğlu kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?" Buna göre, insan sürekli Allah'ın gözetimi altındadır.

Yine başka bir ayette de bu gözetimin kayıtlara geçtiği ifade edilmektedir: "Onun sağında ve solunda oturan iki alıcı melek, yanında hazır birer gözcü olarak söylediği her şeyi kaydederler."

Başka bir ayette ise Allah, gözetlediği insana çok yakın olduğunu şöyle bildirmektedir: "And olsun ki insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne fısıl­dadığını biliriz. Biz insana şah damarından daha yakınız."

Yüce Allah'ın her zaman insanlara peygamber ve kitap göndermeleri de onların sürekli gözetlendiğini göstermektedir. Tarihin hiçbir döneminde Allah’ın kendisine vahiy göndermediği, emir ve yasakların i bildirmediği bir top­luluk olmamıştır. Allah dilediği sürece, insanların kutsal kitap ve peygamber ihtiyacını karşılamıştır. Bu da insanların hiçbir zaman yaratıcı tarafından boş bırakılmadığını ve onların sürekli gözetlendiğini ortaya koymaktadır.

Ayrıca, dünyada bir sıkıntıya düştüğümüz veya kötü bir durumla karşılaş­tığımız zaman, Yüce Allah kendisine sığınmamızı istemektedir. Yani bugün bile maddi veya manevi olumsuz bir durum başımıza geldiğinde, Allah'ın bi­zi gözettiğini, koruduğunu ve o olumsuzluğu bizden uzaklaştıracağını söyle­mektedir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'in son iki suresi olan Felak ve Nas surele­rinde bunu açık bir şekilde bildirmektedir.

5. İNSANIN ALLAH İLE İLETİŞİMİ

İnsan, yaratılışı gereği düşünebilen ve merak edebilen bir yapıya sahip­tir. Evreni, kendisini, çevresini ve hatta yaratıcısını düşünmeden edemez. Onu, Allah ile iletişime geçme ihtiyacına yöneltmiştir. Ne var ki kendisini ya­ratan ve yaşatan bir ilahın var olduğunun farkına vardığı halde, O'nunla na­sıl iletişime geçecekti? Bunun için yardıma ve desteğe ihtiyacı vardı. insan için bu çok önemli bir problem idi. işte bu problemin çözümü de yine Allah’tan gelmiştir.

Yüce Allah, insanları yarattığı günden beri onları asla bilgisiz bırakma­mıştır. Her topluma mutlaka bir uyarıcı (peygamber) ve bir kitap göndermiş­ işte gönderdiği peygamberler vasıtasıyla bu kutsal metinlerde insanların Allah ile nasıl iletişime geçeceğinide bildirmiştir. Özellikle son ilahi kitabı olan Kur'an-ı Kerim'de, insanoğlunun Allah ile iletişime geçmesini birkaç şe­kilde açık olarak belirtmiştir. Bunlar; dua, ibadet, tövbe ve Kur'an okuma şeklinde özetlenebilir. Şimdi kısaca bunları görelim.

5.1. Dua

Dua kısaca; Allah ile irtibata geçme, iletişim kurma, O'na sığınma, kulun Allah'a yalvarış ve yakarışı, Allah'ın yüceliği ve kudreti karşısında kulun ac­zini itiraf etmesi, Allah'tan sevgi ve tazim duyguları ile affını, lütfunu ve yar­dımını dilemesi şeklinde tarif edilebilir.

Allah ile insan arasında hiç­bir şeyin olmadığı bu iletişimde kul, kendini yaratan ve rızk ve­ren Rabbine halini arz eder. Acizliğini, güçsüzlüğünü dile getirir.

Duada asıl hedef, kulun ken­di durumunu Allah'a arz etmesi­dir. Yani Allah ile kul arasında bir ilişkidir. Bu ise ancak iletişim ile olabilir. O halde kulun Rabbini ile iletişimini sağlayan en önem­li araçlardan biri duadır. Bundan dolayı dua dinimizde ibadet ka­bul edilmiştir. Fakat Allah hiçbir şeye muhtaç olmadığından, ku­lun duasına da ihtiyacı yoktur. Bu nedenle dua, aciz ve çaresiz yaratılan insanın Rabbi’ne yal­varış ve yakarışıdır.

Bu durum, insanın Allah'a olan bağlılığını, teslimiyetini ve ile­tişimini ifade eder. Bütün bunlar yapılırken samimiyet, alçak gönüllülük, iç­tenlik ve ihlas ile yapılmalıdır. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Rabbinize yalvara yalvara ve içten dua edin... O'na korkarak ve umut taşıyarak dua edin."

Bu şekilde yapılan bir duanın, Allah'a yakınlık ve iletişim aracısı olduğun­dan dolayı sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) duayı en büyük ibadet kabul et­mektedir: "Dua, ibadetin özüdür."

İslam’a göre dua, sadece psikolojik bir rahatlama aracı değildir. Hele he­le işleri gözle görünmeyen bir ilaha havale etmek hiç değildir. Dua, bir kor­kunun, bir endişenin veya bir ürpertinin sonuncunda bir sığınma ve kurtuluş arzusu da sayılmaz. Dua, insanın yaratıcısı ile irtibata geçmesidir. O'nunla diyalog kurmasıdır. Dua bir ibadettir, aksiyondur, yalvarıştır, yakarıştır, uyanıştır. Hayata hazırlık için bir çabalanmadır. Gerçeği idrak etmedir. Kısaca Allah ile sürekli iletişim halinde olmak demektir.

Dua yapma ve ona hazır olma noktasında Peygamber Efendimizin tavrı iyi bir örnektir. O, her konuda yılmadan, usanmadan, kınayanların kınama­sından çekinmeden ısrarla Allah yolunda çalıştı. Varacağı hedef için gerek­li çalışmaları yaptı. Tehlikelere karşı tedbirler aldı. Allah'ın emir ve yasakla­rını titizlikle yerine getirdi. Hatta ayakları şişinceye kadar ibadete gece gün­düz devam etti. Rabbinin rızası dışında hiçbir iş yapmamaya özen gösterdi. Peygamberlik görevini hakkıyla yerine getirdi. Gücünü aşan konularda Allah’tan yardım istedi. Ondan sonra ellerini açıp her an Allah'a dua ederek yalvardı. Tövbe etti, Allah'tan af ve bağışlanma diledi. Allah'a sevgisini ve bağlılığını dua ile dile getirirdi.

Duanın belli bir zamanı yoktur. Her zaman dua edilebilir. Ancak Kur'an ve sünnetin bize bildirdiğine göre; namazlardan sonra, gecenin sonunda saba­ha doğru (Teheccüt vakti), secdede iken, seher vakti, cuma saatinde, oruç­lunun orucunu açacağı zaman, arife günlerinde, Kadir gecesi ve diğer mü­barek gün ve gecelerde yapılan dualar daha makbuldür. Allah katında kabul edilme ihtimalleri daha fazladır. .

Duanın belli bir dili veya şekli de yoktur. Cenab-ı Allah'ın ve Peygamber Efendimizin dualarıyla ya da alim ve büyüklerden bize ulaşan dualarla dua

Yüce Allah, kendisine dua edenin duasını kabul edeceğini bizzat kendisi söylemektedir: "Ey Muhammed! Kullarım sana beni sorarlarsa, ben on­lara yakınım. Bana dua edince dua edenin duasına karşılık veririm.

5.2. ibadet

ibadetin sözlük anlamı; tap­mak, itaat etmek, boyun eğmek, alçak gönüllülük demektir. Terim olarak ise; kişinin Allah'a saygı, sevgi ve itaatini göstermek, O'nun hoşnutluğunu kazanmak niyetiyle ortaya koyduğu belirli tu­tum ve davranışlardır.

İbadet , insanın yaratıcısına karşı benliğinin derinliğinden ge­len bir sevgi ve saygı sonucunda Allah'ı yüceltme duygusudur. Bu duygu, insanı Allah'ın emirlerini yerine getirmeye ve yasakların­dan kaçınmaya sevk eder. Sami­mi duygularla bunları yerine geti­ren kişi, Allah'a daha yakın olur. Allah'a yakın olan kişi ise O'nun­la iletişime geçmiş sayılır. O hal­de ibadet, insanı Allah ile bağ kurmaya ve iletişime geçiren yü­ce bir duygudur. Bunu bizzat Ce­nab-ı Allah bizden istemektedir: ' yaratan Rabbinize ibadet edin...

İnsanın dünyada iki önemli görevi vardır: Bunlardan birincisi, kendisini yoktan var eden, hayatını devam ettirebilmek için muhtaç olduğu her şeyi ona sunan yaratıcısının varlığını kabul edip O'na karşı görev ve sorumluluk­larını yerine getirmektir. ikincisi ise, başta insan olmak üzere, Allah'ın yarat­tığı diğer tüm varlıklarla iyi geçinmek, onlara haksızlık etmemek ve onlara faydalı olmaktır. işte insanın yaptığı bütün bu davranışlar ibadet kapsamı içindedirler.

İbadet oldukça geniş bir kavramdır. ibadette asıl olan Allah rızasının ol­masıdır. Başka bir deyişle Allah'ın rızasının olduğu bütün doğru ve güzel davranışlar ibadet sayılır. Çünkü Allah, insanlardan hem kendisine karşı hem de birbirlerine ve diğer varlıklara karşı olumlu ve güzel davranmayı is­temektedir. Bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Allah'a ibadet edin. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne babaya, yakınlara, öksüzlere, yoksul­lara, yakın, uzak komşuya, yanındaki arkadaşa, yolda kalmış olana ve elinizin altında 'olanlara (mahiyetinizdekilere) iyi davranın.”

. 5.3. Tövbe

Tövbe, sözlükte pişmanlık, vazgeçirmek, dönmek anlamlarına gelmektedir. Terim olarak; insanın yaptığı hatalardan ve işlediği günahlardan pişman­lık ve üzüntü duyarak itirafta bulunması ve bir daha işlememeye karar ver­mesi demektir

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de bizleri her gün tövbe etmeye çağırmak­tadır. Kendisi Allah'ın en seçkin ve en sevgili kullarından ve peygamberle­rinden biri olmasına rağmen her gün tövbe ettiğini söylemektedir: "Ey in­sanlar! Allah'a tövbe ediniz. .Muhakkak ki ben de günde yüz defa tövbe ederim Tövbe, kişinin gönlünü Allah'a açması, eğer varsa oradaki kötülüklerin arınmasını istemesidir. Arada başka hiçbir varlık yoktur. Tövbe, iyi niyetin ve samimiyetin göstergesidir. Allah'a olan sevgi ve saygının ifadesidir. Yüce Yaratıcı karşısında, yaratılan insanın böyle yapması, .O'nun yüceliğini, kudretini, merhametini, şefkatini ve yakınlığını idrak etmesi demektir.

Tövbe, yapılan işin çirkinliğini ve kötülüğünü kalbinde hissedip ondan vazgeçmektir. Yapılan bir hatadan dolayı kişinin pişmanlık iradesini ortaya koyması, Allah'tan af ve bağışlanma dilemesi, hatayı bir daha yapmamaya çaba sarf etmesi ve Allah'a yönelmesidir. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "...Rabbinizden mağfiret dileyesiniz, sonra O'na tövbe edesiniz ki sizi belirtilmiş bir süreye kadar güzelce yaşatsın ve her fa­zilet sahibine faziletinin karşılığını versin..." Tövbe, aynı zamanda insa­nın kendi kendine yaptığı bir özeleştiri ve Allah'tan özür dilemesi anlamına da gelir. Bu davranış ile, Allah ile kul arasındaki perdeler kalkar ve kişinin ol­gunluk kazanmasına ve kendisiyle barışık olmasına vesile olur. Böylece in­san hem kendisine hem de çevresine daha faydalı bir hale gelir.

5.4. Kur'an Okuma

Kur'an-ı Kerim, Yüce Allah tarafından vahiy yoluyla Peygamber'imiz Hz.Muhammed'e (s.a.v.) gönderilmiş son ilahı kitaptır. Kur'an'ın her harfi, her kelimesi ve her cümlesi Allah kelamıdır. Bundan dolayı Kur'an okumak, Al­lah ile diyalog kurmak anlamına gelmektedir. O halde insanın yaratıcısı ile iletişime geçmesinin en kolay ve en pratik yolu, Kur'an okumaktır

Kur'an'ın Allah tarafından özel metotlarla gönderilmiş olması ve onda in­san sözünün asla bulunmaması, ona inanan tüm Müslümanlar için bir kutsi­yet atfedilmesini sağlamıştır. Bu sebeple Müslümanlarca kutsal kabul edilen bu metni okumak ibadet kabul edilmiştir. Zira bu, insanın yaratıcı karşısın­daki sevgi, saygı ve bağlılığının samimi bir ifadesidir Yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerim'i, içinde asla şüphe bulunmayan bir yol gösterici olarak tanıtması, ona bağlanan ve hayatında onu denge unsuru kabul edenler için iyi bir iletişim aracıdır. Çünkü o, en doğru ve en güzel sözleri içermektedir. Yüce Allah'ın bu konudaki buyruğu şöyledir: işte o ki­tap (Kur'an), kendisinde hiç şüphe yoktur. Takva sahipleri için o, yol göstericidir Allah kelamını okumak, insanı Allah ile iletişime geçirir. Ancak bu iletişimin tek taraflı olmadığını sevgili Peygamber Efendimiz bize haber vermek­tedir. Kişinin ihlas ve samimi niyetlerle kutsal metni okuması, Allah'ın da ho­şuna gider ve ona hem dünyada hem de Ahirete iyilikler verir. Bu konuyla il­gili bir hadiste şöyle buyuruyor: "içinde Kur'an okunan evin hayır ve be­reketi artar. Oturanlarını sıkmaz

6. TEMEL iNANÇ ESASLARI

İslam’ın inanç esaslarının başında Allah'ın varlığına, birliğine inan­mak yer alır.Allah'a inanmak, onun kudretli, ustun ve her şeyi yerli yerince ya­pan bir yaratıcı olduğuna inanmak anlamına gelir. Çünkü Yüce Allah, her şeyi yoktan var etmiş ve bir düzen içinde yaratmıştır. Gerçekten de evrendeki varlıklara baktığımızda, örneğin dünyanın dönüşünde, güneşin, ayın ve diğer gezegenlerin hareketlerinde, yörüngelerinde seyredişinde bunu görebilmek mümkündür. Şüphesiz bu durum Allah'ın birliğinden kaynaklanmaktadır. Bugüne kadar elde edilen bul­gular göstermektedir kir evren tek bir ustanın elinden çıkmış, uyum­lu bir yapı gibidir.

insan akıllı bir varlıktır. Aklını kullanarak Allah'a imanın gereğini kavrayabilir. İnsanın Allah'a gönülden inanıp bağlanabilmesi, yaratıcı­sının varlığı ve birliğini gönülden kabul etmesine bağlıdır. Gönülden kabul de bilgi ve araştırmaya bağlıdır.

Allah inancının insan ve toplum üzerinde olumlu birçok etkileri vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

a) Allah'a manan kişi, başta onun rızasını düşünür ve razı olacağı şeyleri yapar, razı olmayacağı şeyleri de yapmaz.

b) Allah'a inanan kişi, Allah'ın her şeyi görüp bildiğine, hiçbir şe­yin ondan gizli kalmayacağına inanır. Kötülüklere ceza, yararlı dav­ranışlara ise mükafat verileceğini de bilerek, davranışlarını ona göre ayarlar.

c) Allah'a inanan kişi, bela ve kötülüklere karşı sabır gösterir, ona güvenir ve dayanır

Allah'a inanan kişi, her hususta sorumluluk sahibi olduğunu bilir insanların hakkına hukukuna tecavüz etmez, onlara karşı iyilik, cömertlik, yardımseverlik gibi güzel duygular içerisinde bulunur, Birlik, beraberlik, kardeşlik duygulan içerisinde hareket eder, insan haklarına saygılı olduğu gibi toplum düzeninin sağlanma­sında da önemli bir rol oynar. Kendisini de insanları da mutlu etme­ye çalışır.

Kelime–i Tevhid

Okunuşu: "La ilahe İllellah, Muhammedün Rasûlüllah."
Anlamı: "Allah'tan başka tanrı yoktur. Hazreti Muhammed (s.a.s.) Allah'ın Peygamberidir."

Kelime-i Şehadet

Okunuşu: "Eşhedu en la ilahe illellah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Rasûlüh."
Anlamı: "Ben şahitlik ederim ki, Allah'tan başka Tanrı yoktur. Yine şahitlik ederim ki Hazreti Muhammed (s.a.s.)
Allah'ın kulu ve Peygamberidir."
ZATİ SIFATLARI

1-VÜCUT

Var olmak demektir.

2-KIDEM:

Başlangıçsız olmaktır.

3-BEKA:

Sonsuz olmak.

4-VAHDANİYET:

Zat ve Sıfatlarıyla birdir.

5-MUHALEFET-ÜN LİL HAVADİS:

Yarattıklarına benzemez.

6-KIYAM Bİ NEFSİHİ:

Var olmak için başkasına muhtaç değildir.

SUBUTİ SIFATLAR

1-HAYAT :

Canlıdır.

2-İLİM :

Her şeyi bilir.

3-SEMİ' :

Her şeyi işitir.

4-BASAR :

Her şeyi görür.

5-İRADE :

Dilemesi.

6-KELAM :

Konuşması.

7-KUDRET:

Her şeye gücü yetmesi

8-TEKVİN :

Her şeyi yaratır.

FİİLİ SIFATLAR

1-Öldükten sonra tekrar diriltmek.

2-Hayır ve şerri yaratmak,

3-Doğruya ulaştırmak ve sapıklığa düşürmek,

4-Nimet vermek,

5-Peygamber göndermek.

ESMA-İ HUSNA

Esma-i Hüsna, Allah'ın güzel isimleri demektir.

Bir ayet-i kerîmede:"En güzel isimler O'nundur (Allah'ındır)" (el-Haşr, 24) buyrulmaktadır.

Diğer bir ayette de; En güzel isimlerin Allah'a ait olduğu belirtildikten sonra, bu isimlerle dua edilmesi tavsiye olunmaktadır (el-A'raf, 180).

Allah'ın isimleri tevkifîdir. Yani, Allah hakkında ancak ayet ve hadîslerde zikri geçen ve söylenmesine izin verilmiş olan isimler kullanılabilir. Rastgele isim izafe edilemez.

Esma-i Husna ile ilgili olarak Buharî ve Müslim'de: "Allah'ın 99 ismi vardır. Kim bunları ezberlerse (îman eder ve ezbere sayarsa) Cennete girer" buyrulmuştur.

Tirmizî, İbn-i Hibban ve Hakim'in bu konudaki rivayeti ise, şöyledir:"Kim bunları (Esma-i Husna'yı) manalarını anlayarak sayar, bunlarla Allah'ı zikrederse Cennete girer."

Hadîslerde zikri geçen 99 isim şunlardır:

Esma-ul Hüsna

1 - ALLAH Her şeyin gerçek mabudu
2 - RAHMAN Dünyada bütün mahlukatı rızıklandıran
3 – RAHİM Ahirette yalnız dostlarına rahmet edecek
4 - MELİK Bütün mevcudatın gerçek sahibi ve hükümdarı
5 - KUDDÜS C.C. Bütün mahlukatı maddi ve manevi kirlerden arındıran
6 - SELAM Her türlü tehlikeden kullarını selamette kılan
7 - MÜMİN Kalplerde iman nurunu yakan ve kullarına güven veren
8 - MÜHEYMİN Bütün varlıkları ilim ve kontrolü altında tutan
9 - AZİZ Sonsuz izzet sahibi olan
10 - CEBBAR C.C. İstediğini zorla yaptıran
11 - MÜTEKEBBİR Sonsuz büyüklük ve azamet sahibi
12 - HALİK Her şeyi yoktan yaratan
13 - BARİ Eşyayı ve her şeyin aza, cihazatını birbirine uygun yaratan
14 - MUSAVVİR Her varlığa münasip şekil giydiren
15 - GAFFAR C.C. Çok affeden
16 - KAHHAR Her şeye galip gelen ve bütün düşmanlarını kahreden
17 - VEHHAP Bol bol hediyeler veren
18 - REZZAK Bütün rızka muhtaç olanları rızıklandıran
19 - FETTAH Her şeyi hikmetle açan
20 - ALİM C.C. Her şeyi hakkıyla bilen
21 - KABİD İstediğinin maddi ve manevi rızkını daraltan
22 - BASİT İstediğinin maddi ve manevi rızkını genişleten
23 - RAFİD İstediği kulunu şeref sahibi iken rezil rüsvay eden
24 - RAFİ Dilediklerinin mertebesini yükselten
25 - MUİZZ C.C. İstediğine izzet veren ve şereflendiren
26 - MÜZİLL İstediğini zelil kılan
27 - SEMİ Gizli açık her sesi işiten
28 - BASİR Her şeyi bütün incelikleriyle gören
29 - HAKEM Hükmeden hakkı yerine getiren
30 - ADL C.C. Tam adaletli, Allah adildir zalimleri sevmez
31 - LATİF Lutfu keremi bol olan
32 - HABİR Her şeyden haberdar olan
33 - HALİM Yaratıklarına son derece yumuşak muamele eden
34 - AZİM Kendisine büyük ümitler beslenen
35 - GAFUR C.C. Kullarının günahlarını bağışlayan
36 - ŞEKUR Rızası için yapılan işleri bol sevapla karşılayan
37 - ALİYY Her şeyiyle yüce olan
38 - KEBİR Varlığının kemaline hudut yoktur
39 - HAFIZ Her şeyi muhafaza eden
40 - MUKİT C.C. Her türlü mahlukata münasip rızık veren
41 - HASİB Kullarının bütün fiillerinin hesabını gören
42 - CELİL Yücelik ve ululuk sahibi
43 - KERİM İyilik ve ikramı bol olan
44 - RAKİB Bütün varlıklar üzerinde gözcü
45 - MUCİB C.C. Kullarının dualarına cevap veren
46 - VASİ İlim ve insanı her şeyi içine alan
47 - HAKİM Her şeyi yerli yerinde yapan
48 - VEDÜD İtaatkar kullarını çok seven
49 - MECİD Azamet şeref ve hakimiyeti sonsuz
50 - BAİS C.C. Peygamberler gönderen ve ölüleri dirilten
51 - ŞEHİD Kullarının her yaptığını gören
52 - HAKK Varlığı hiç değişmeden duran, daima sabit
53 - VEKİL Kendine güvenen kullarının işini en iyi yoluna koyan
54 - KAVİY Güç ve kuvveti sonsuz olan
55 - METİN C.C. Hiçbirşey hükmünü sarsmayan ve kendisine güvenilen
56 - VELİY Müminlerin dostu olan
57 - HAMİD En çok övülen ve en çok övgüye layık olan
58 - MUHSİ Her şeyin sayısını bir bir bilen
59 - MÜBDİ Mahlukatı örneksiz ve yoktan yaratan
60 - MÜİD C.C. Mahlukatı öldükten sonra yeniden dirilten
61 - MUHYİ Canlılara hayat veren
62 - MÜMİT Canlı bir mahlukun ölümünü yaratan
63 - HAYY Gerçek hayat sahibi olan
64 - KAYYUM Gökleri yeri ve bütün mahlukatı ayakta tutan
65 - VACİD C.C. İstediğini bulan
66 - MACİD Sonsuz şan ve yücelik sahibi
67 - VAHİD İsimlerinde sıfatlarında ve fiillerinde ortağı olmayan
68 - SAMED Her şey kendisine muhtaç, O kimseye muhtaç değil
69 - KADİR Sonsuz kudret sahibi olan
70 - MUKTEDİR C.C. Her şeye gücü yeten
71 - MUKADDİM Dilediğini öne geçiren
72 – MUAHHİR İstediğini arkaya bırakan
73 - EVVEL Herşeyden önce olan
74 – AHİR Herşeyden sonra olan
75 - ZAHİR C.C. Varlığı apaçık görünen
76 - BATIN Herşeyin iç yüzünden haberdar olan
77 - VALİ Mahlukatın işlerini yoluna koyan
78 - MÜTEALİ Ali, büyük
79 - BERR Herkesten fazla iyilik yapan
80 - TEVVAB C.C. Bütün tevbeleri kabul eden
81 - MÜNTEKİN Suçluları müstehak oldukları cezaya çarptıran
82 - AFÜVY Kullarını çok çok affeden
83 - RAUF Kullarına çok şefkat edip esirgeyen
84 - MALİKÜLMÜLK Hakiki mülk sahibi O dur. Dilediğine verir, dilediğinden alır
85 - ZÜLCELALVELİKRAM Büyüklük, fazl ve kerem sahibi
86 - MUKSİT Bütün işleri denk, birbirine uygun
87 - CAMİ İstediğini istediği şekilde toplayan
88 - GANİY Gerçek zenginlik sahibi ve hiçbir şeye muhtaç olmayan
89 - MUĞNİ Mahlukatının ihtiyacını giderip zengin kılan
90 - MANİ C.C. İstediği şeyin meydana gelmesine engel olan
91 - DARR Hikmeti gereği elem ve zarar verici şeyleri yaratan
92 - NAFİ Faydalı şeyleri yaratan
93 - NUR Alemleri, istediği simaları ve gönülleri
94 - HADİ Kullarına hidayet veren
95 - BEDİ C.C. Eser ve insanıyla varlığı apaçık görünen
96 - BAKİ Varlığının sonu olmayan
97 - VARİS Bütün mülk ve servetlerin hakiki sahibi
98 - REŞİD Bütün işlerini ezeli hikmetine göre neticeye ulaştıran
99 - SABUR C.C. Asileri hemen cezalandırmayıp çok sabreden

6.2. Meleklere İman

a) Meleklerin Mahiyeti

iman esaslarının ikincisi meleklere inanmaktır. Melekler, duyu organlarıy­la algılanamayan, gözle görülemeyen, sürekli Allah'a ibadet eden, asla gü­nah işlemeyen, nurani ve ruhani varlıklardır. Bu sebeple onlar hakkında tek bilgi kaynağımız ayetler ve hadislerdir. Böyle olmaları, onların yok oldukları

veya inkarını gerektirmez. Çünkü metafizik varlıklar, gözlem ve deneye da­ ralı pozitif Dilimlerin ilgi alanı dışındadırlar

b) Meleklerin özellikleri

1. Melekler, nurdan yaratl1mışlardır

2. Gözle görülmezler, yemezler ve içmezler

3. Erkeklik ve dişilikleri yoktur, evlenmezler

4. Uyumazlar, yorulmazlar, usanmazlar, gençlik ve ihtiyarlıkları yoktur

5. Günah işlemezler, Allah'a karşı gelmezler.

6. Sürekli ibadet ederler, Allah'ın emirlerini yerine getirirler.

7. Hangi iş için yaratılmışlarsa o işi yaparlar

8. Kanatları olan süratli, güçlü ve kuvvetli varlıklardır

9. Belli başlı bir şekilleri yoktur, her şekle bürünebilirlerle görevli büyük meleklerden biridir

c) Meleklerin Görevleri ve Çeşitleri

Meleklerin sayıları ve yaptıkları işler hakkında bize pek bilgi verilmemiş­tir. Kur'an ayetlerinde ve Peygamber Efendimizin hadislerinden sayılarının oldukça çok olduğunu anlamaktayız. Melekler, görevleri açısından şöyle in­celenebilirler:

Cebrail: Allah'ın vahyini getirmekle görevli melektir. Dört büyük melek­

ten en büyük olanıdır. . .

Mikail: Evrendeki doğa olayları ve yaratılmışların rızklarını idare etmek­

Azrail : Büyük meleklerden dördüncüsüdür. Ölüm sırasında canlıların ruhlarını almakla görevlidir İsrafil : Sur'a üflemekle görevlidir. Birinci üfleyişte kıyamet kopacak, ikin­ci üfleyişte ise tekrar diriliş olacaktır

Münker ve Nekir : Kabirde soru sormakla görevli meleklerdir

Kiramen Katibin: insanın sağında ve solunda bulunan iki meleğin adı­dır. Sağdaki melek iyi iş ve davranışları, soldaki ise kötü iş ve davranışları kaydetmekle görevlidir. Bunlara Hafaza Melekleri de denilir.

6.3. KİTAP İNANCI

İslam’ın inanç esaslarından biri de kitaplara inanmaktır. Yüce Allah'a ve meleklere inanan bir kimse ilahî kitaplara da inanmakla yü­kümlüdür

Kutsal kitabımız Kuran-ı kerim, dört ilahî kitaptan bindir. Diğerleri; Tevrat, Zebur ve İncil'dir. Bizler Müslüman olarak tüm ilahî kitaplara ve bu kitapların Allah tarafından gönderildiğine iman ederiz. '" Yüce Allah bu kitapları göndererek insana olan ilgisini göstermiş ayrıca in­sanların ilahî ilkelere uyarak olgunlaşmasını amaçlamıştır.

Kutsal kitaplar bizim için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Bu kitaplar, bize nasıl yasayacağımızı, insanlarla uyumlu geçinmenin önemini ve güzel ahlak sahibi olmanın yollarını öğretir. Kitaplar aynı zamanda nelere, nasıl inanacağımızı ve ne şekilde ibadet edeceğimizi de bildi­rir. Bu yüzden Allah'ın kitaplarında yer alan emir ve yasaklar, insanla­rın iyiliği, huzur ve mutluluğu için yazılmış birer reçete gibidir.

Kitap:Sistemli ve hacimli eserlerdir.

Suhuf:Sadece belli konuları içeren eserlerdir

KENDİNE KİTAP VE SUHUF VERİLEN PEYGAMBERLER

Tevrat

Hz.Musa

(AS)

Hz.Adem

(AS)

10 sayfa

Zebur

Hz.Davud

(AS)

Hz.Şit

(AS)

50 sayfa

İncil

Hz.İsa

(AS)

Hz.İdris

(AS)

30 sayfa

Kur'an-ı Kerim

Hz.Muhammed

(AS)

Hz.İbrahim

(AS)

10 sayfa

KUR'AN-I KERİMİN KONULARI

1-İnanç esasları

2-İbadetler

3-Dualar

4-Ceza ve mükafatlar

5-Ahiret ve evren ile ilgili konular

6-Geçmiş milletlerin hikayeleri

KUR'AN-I KERİMİN ÖZELLİKLERİ

1-Dili Arapçadır.

2-Sözü ve manasıyla mucizedir.

3-23 yılda parça parça inmiştir.

4-Peygamber zamanında yazılıp ezberlenmiştir.

5-Allah tarafından korunma sözü verilmiştir.

Kur'an-ı Kerimi diğer kitaplardan ayıran özellikler

a-Dili Arapçadır.Başka dile meal olarak aktarılır.

a-Başka dile tercüme edilebilir.

b-Sözü ve manasıyla mucizedir.

b-Sözü ve manasıyla mucize değildir.

c-23 yılda parça parça inmiştir.

c-Toplu olarak bir defada inmiştir.

d-Peygamber zamanında yazılıp ezberlenmiştir.

d-Peygamber zamanında yazılıp ezberlenmemiştir.

e-Allah tarafından korunma sözü verilmiştir.

e-Allah tarafından korunma sözü verilmemiştir.

f-Peygamberin hayatından ve ölümünden bahsetmez

f-Peygamberin hayatından ve ölümünden bahseder.

g-Bahsettiği konularda teferruata girmez

g-Bahsettiği konularda teferruata girer.

h-Kıyamete kadar insanların ihtiyacına cevap verir.

h-Asıl metinleri bozulduğundan hükümleri kalkmıştır.

Kitaplara imanın insana faydaları.

a-Allahın emir ve yasaklarını öğrenmek için,

b-Kötü davranışlar karşısında tembihle davranışların düzeltilmesinden dolayı,

c-İslamın emir ve yasaklarını , ibadetler konusunu belirttiğinden dolayı,

d-Geçmiş milletlerin başından geçen olaylardan ibret alınması için,

e-Allahın kabul edeceği duaları içerdiğinden,

f-Ahirete dair ve gelecek ile ilgili bilgiler içerdiğinden insanlara fayda sağlar.

Kur'an-ı Kerim'in Yazılması ve Mushaf Haline Getirilmesi
Kur'an ayetleri geldikçe Peygamberimiz (s.a.s.), vahiy katiplerini çağırır, ayetleri hangi surenin, neresine yazılacağını gösterirdi. Vahiy katipleri de gösterildiği gibi yazarlardı. Nazil olan ayetleri Ashab-ı Kiram okur ve birçoğu da ezberlerdi. Böylece Kur'an-ı Kerim, Peygamberimizden günümüze dek hem yazılarak, hem de ezberlenerek muhafaza edilmiştir.
Peygamberimizin sağlığında ayetler inmeye devam ettiği için Kur'an'ın yazıldığı sahifeler Mushaf haline getirilememişti. Kur'an, vahyin sona ermesiyle tamam oldu.
Peygamberimiz (s.a.s.) in vefatından sonra Halife olan Hz. Ebu Bekir, ashabın ileri gelenlerinden bir komisyon kurdu. Halife Hz.Ebu Bekir zamanında bir savaşta 70 e yakın hafızın şehit olması sonucu Hz. Ömer’in teklifiyle Kur'an ayetleri Zeyd b. Sabit başkanlığındaki bir komisyon tarafından bir araya getirildi ve tekrar yazıldı .Kur'an sahifelerinin bir araya toplanarak kitap haline getirilmiş şekline "Mushaf" denir.

Hz.Osman zamanında Arap kabileleri arasında lehçe farklılıkları sebebiyle Çıkan anlaşmazlıklar neticesinde 7 adet çoğaltılarak belli merkezlere gönderildi.

Kur'an-ı Kerim'e Karşı Görevlerimiz
1) Her Müslüman, Kur'an-ı Kerim'in Allah'ın sözü olduğunu bilmeli ve tecvit kurallarına uygun olarak Kur'an'ı yanlışsız okumalıdır.
2) Kur'an-ı Kerim'i abdestli olarak eline alıp "Eûzü-besmele" ile okumaya başlamalıdır. Kur'an'ı okurken mümkünse kıbleye karşı dönmeli ve son derece edepli, saygılı olmalı ve anlamını öğrenmeye çalışmalıdır.
3) Kur'an-ı Kerim, temiz yerlerde okunmalı; başka işlerle meşgul olup, dinlemeyen kimselerin yanında ve pis yerlerde okunmamalıdır.
4) Kur'an-ı Kerim, yüksek ve temiz yerlerde bulundurulmalı, hürmetsizlik sayılacak yerlere konulmamalıdır.
5) Kur'an'ın yap dediklerini yapmalı, yapma dediklerinden sakınmalı, Kur'an'ın ahlak ilkelerine uygun hareket etmelidir.

Kur'an Okumanın Fazileti Hakkında Peygamberimizin Mübarek Sözleri:

"Sizin en hayırlınız, Kur'an-ı öğrenen ve öğretendir."

"Kim Allah'ın kitabı Kur'an'dan bir harf okursa onun için bir sevap vardır. Her sevabın karşılığı da on kat verilecektir."

"Kim Allah'ın kitabı Kur'andan bir ayet dinlerse, ona kat-kat sevap verilir. Kim de Allah'ın kitabından bir ayet okursa kıyamet gününde kendisine nur olur."

"Kur'an okuyunuz. Çünkü o, kıyamet günü okuyanlara şefaat edecektir."

"Kim Kur'an-ı Kerim'i okur ve onunla amel ederse, kıyamet günü onun anne ve babasına öyle bir taç giydirilir ki, onun aydınlığı dünyada evlere vuran güneş ışığından daha parlaktır. Artık siz bununla amel edenin sevabını hesap edin."

1. Tevrat Hz. Musa aracılığı ile is­railoğulları'na gönderilmiştir. Yahudile­rin kutsal kitabıdır. Dili ibranice'dir. Tevral'a Ahd-j Atık ve Ahd-j Kadim' Eski Ahit) de denilir. Bugün dünyada Tavral'ın üç nüshası vardır

2. Zebur: Hz. Davud'a indirilmiştir. ilahi kitapların en küçüğü olup yeni di­ni hükümler getirmemiştir. Bugün elde mevcut olan Zebur nüshaları ilahiler­den, Allah'a övgü ve hikmetli sözlerden ve birtakım nasihatlerden meydana gelmiştir. Mezmurlar adıyla Eski Ahid'in (Tevrat'ın) içindedir

3. İncil: Hz. İsa aracılığı ile isra­iloğulları'na gönderilmiştir. incil'e Ahd-i Cedid (Yeni Ahit) de denilir. Bugün dünyada dört incil bulunmak­tadır. Bunlar: Matta, Markos, Luka ve Yuhanna incilleri'dir. Ayrıca bunların dışında Barnaba adında bir incil da­ha vardır ki kilise tarafından V. yOzyll- ~ da okunması yasaklanmıştır. Bu in­cil'de verilen bilgilerin Kur'an ile uyuş­tuğu söylenmektedir

Ç. PEYGAMBER İNANCI

islam dininde yer alan inanç esaslarından bir diğeri de Peygamber­lere inanmaktır.

Peygamber sözlükte; "haber getiren1' anlamına gelir. Tanım olarak peygamber; Yüce Allah'ın emir ve yasaklarını, haber ve hükümlerini insanlara bildirip açıklamak üzere, insanlar arasından seçip görevlen­dirdiği elçi demektir, Kur'an'da peygamber yerine resul ve nebi keli­meleri kullanılır.

Peygamberlik, Allah tarafından verilen yüce bir görevdir. Allah'ın bir lütfudur. İnsanlar, çalışıp çabalamakla her makam ve mevkiye yük­selebilirler, fakat peygamber olamazlar. Zaten bu yol, Sevgili Peygam­berimiz Hz, Muhammed ile kapanmıştır. Anık başka bir peygamber gelmeyecektir. Bu husus Kur’ an 'da söyle belirtilir:

"Muhammed... Allah'ın resulü ve peygamberlerin sonuncu­sudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.»

Peygamberler insanlar arasından seçilip görevlendirilmiş kimseler­dir. Onlar da bizim gibi bir kuldur. "Şehadet ederim ki Muhammed Al­lah' ın kulu ve elçisidir." şeklindeki ifadeyle bunu açıkça dile getiririz. Bu sözle, onların da bizim gibi bir insan olduklarım, doğup büyüdük­lerini, yaşadıklarını ve sonra da eceli geldiğinde Allah'ın rahmetine kavuştuklarını kabul etmiş oluruz. Ancak peygamberlerin diğer insan­lardan ayrıldıkları bir husus vardır, O da Allah'tan vahiy almalarıdır.

İnsanları Allah'a inanmaya ve yararlı isler yapmaya çağıran Pey­gamberler gerektiğinde, inkarcıları ikna için mucizeler de göstermiş­lerdir. Ancak İslam'da önemli olan aklım kullanıp, evrendeki uslun uyum ve işleyiş hakkında düşünmek, bunun bir yaratıcısız olmayaca­ğının bilincine varıp bir mucize olmaksızın inanmaktır.

insanlar, kendi aralarından görevlendirilen peygamberlere tabiî olarak muhtaçtır. Çünkü manevî olgunluğa ve tüm insanların yararını da koruyup gözetecek erdemli davranışlara yönetebilmek peygamber­lerin örnekliğiyle çok daha kolaydır,

insan yaşamının ahlakî ilkelere uygun bir şekilde devamı açısından peygamberlerin büyük önemi vardır. Çünkü onlar, doğrulukları güve­nilir oluşları ve ahlakî yücelikleriyle tüm insanlar için en güzel örnek­tirler.

Rasul: Kendisine Kitap ve şeriat verilmiş Peygamberlerdir.

Nebi: Kendisine Kitap ve şeriat verilmemiş,kendisinden önceki peygamberlerin kitabıyla amel eden peygamberdir.

Peygamberlere Olan İhtiyaç
Peygamberler insanlara yol gösterici olarak gönderilmiştir. İnsanların böyle yol göstericilere ihtiyacı vardır.
Çünkü: insanlar kendi akılları ile Allah'ın varlığını anlayabilirlerse de O'nun yüksek sıfatlarını kavrayamazlar. Allah'a nasıl ibadet edileceğini, Ahiret hayatını ve burada kimlere mükafat verileceğini, kimlerin ceza göreceğini, dünya ve ahiret mutluluğunun nasıl kazanılacağını bilemezler.
İşte, bu gerçekleri insanlara öğretmek, dünya ve ahirette mutlu olmanın yollarını göstermek için Yüce Allah Peygamberlerini görevlendirmiştir.

Peygamberlerin Özellikleri
Peygamberler, her türlü ahlak güzelliğine sahip örnek insanlardır. Onlarda bulunması gereken bazı özellikler şunlardır:
1– Sıdk: Doğruluk demektir. Peygamberler son derece doğru insanlardır. Asla yalan söylemezler. Oldu dedikleri
olmuştur, olacak dedikleri zamanı gelince mutlaka olacaktır.
2– Emanet: Güvenilir olmak demektir. Peygamberler her hususta güvenilir kimselerdir, emanete asla hıyanet etmezler.
3– Fetanet: Akıllı ve uyanık olmak demektir. Peygamberler akıllı, uyanık ve yüksek zeka sahibidirler.
4– İsmet: Günah işlememek demektir. Peygamberler gizli ve açık hiçbir şekilde günah işlemezler.
5– Tebliğ: Bildirmek demektir. Peygamberler Allah'tan aldıkları dinî hükümleri olduğu gibi hiçbir değişiklik olmadan insanlara bildirmişlerdir.

Kur'an-ı Kerim'de Adları Geçen Peygamberler
İlk peygamber Hz.Adem (a.s.), son peygamber bizim peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)'dir. Bu ikisinin arasında birçok peygamber gelmiştir. Peygamberlerden yirmi beş tanesinin ismi Kur'an-ı Kerim'de geçmektedir. Ancak peygamberlerin sayısı çok daha fazladır. Biz, Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen peygamberler ile birlikte sayılarını ancak
Allah'ın bildiği diğer peygamberlere de hiçbir ayırım yapmadan inanırız.

KUR'ANDA ADI GEÇEN PEYGAMBERLER

Hz.Adem

(AS)

Hz.İsmail

(AS)

Hz.Eyyüp

(AS)

Hz.Yahya

(AS)

Hz.İdris

(AS)

Hz.Yakup

(AS)

Hz.Yunus

(AS)

Hz.İlyas

(AS)

Hz.Salih

(AS)

Hz.Yusuf

(AS)

Hz.Lut

(AS)

Hz.İsa

(AS)

Hz.Hud

(AS)

Hz.Musa

(AS)

Hz.Elyesa

(AS)

Hz.Muhammed

(AS)

Hz.İbrahim

(AS)

Hz.Harun

(AS)

Hz.Zekeriya

(AS)

Hz.Zülkarneyn

(AS)

Hz.Nuh

(AS)

Hz.Davud

(AS)

Hz.Şuayb

(AS)

Hz.Lokman

(AS)

Hz.İshak

(AS)

Hz.Süleyman

(AS)

Hz.Zül'ifl

(AS)



-Ulül Azm peygamberleri

Çığır (Çağ) açan, yenilikler getiren peygamberler demektir.

Hz.Musa

(AS)

Hz.Adem

(AS)

Hz.Davud

(AS)

Hz.Şit

(AS)

Hz.İsa

(AS)

Hz.İdris

(AS)

Hz.Muhammed

(AS)

Hz.İbrahim

(AS)

Hz. Muhammed (s.a.s)'in Son Peygamber Oluşu
Peygamberlerin en büyüğü ve sonuncusu, bizim peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)'dir.
Allah Tea'la şöyle buyuruyor: "O, Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur."
Onun tebliğ ettiği İslam dini, son din'dir. Allah tarafından getirdiği Kur'an-ı Kerim, bütün insanlığa seslenen Allah'ın son kitabıdır.
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in gelmesiyle peygamberlik kapısı kapanmıştır. O, yeryüzündeki bütün milletlerin peygamberidir. Bu gerçek Kur'an-ı Kerim'de şöyle bildirilmektedir:
"Ey Muhammed! De ki: Ey İnsanlar! Doğrusu ben Allah'ın hepiniz için gönderdiği Peygamberiyim."
Önceki peygamberler belirli topluluklara gönderilmişti. Onlar bir evin içini aydınlatan kandillere benziyordu. Bütün insanlığa gönderilen bizim peygamberimiz ise, dünyayı aydınlatan güneş gibidir. Güneş doğduktan sonra artık kandillere ihtiyaç kalmamıştır.

Mucize Nedir?
Mucize: Peygamberlerin, peygamber olduklarını ispat etmek için Allah'ın yardımı ile gösterdikleri olağanüstü olaylardır. Mucizeler, Peygamberliğin birer belgesidir. Peygamberlik davasına uygun olarak meydana gelir. Diğer insanlar, böyle olağanüstü olayları yapamaz, mucize gösteremez, çünkü buna güçleri yetmez.
Mucize göstermek peygamberlere mahsustur. Allah'ın izni ve kudreti ile meydana gelir.
Bütün peygamberler, peygamber olduklarının birer ilahî belgesi olarak mucize göstermişler, kendilerine inanmayanları aciz bırakarak susturmuşlardır.

Keramet Nedir?
Keramet: Allah'ın yardımı ile veli kulları tarafından meydana getirilen olağanüstü olaylardır. Böyle olağanüstü olaylar, Allah'ın veli kulları için birer keramet, tabi oldukları peygamber için birer mûcize sayılır.

Peygamberimizin Mucizeleri
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), Allah tarafından peygamber olarak gönderildiğini ispat etmek amacıyla birçok mucize göstermiştir.
Parmaklarından su akması ve bu su ile yüzlerce kişinin Abdest alması, , birkaç kişiye yetecek kadar az bir yemekten binlerce kişinin doyması, İsra ve Mirac olayı gibi Peygamberimizin pek çok mucizesi vardır.
Peygamberimizin en büyük ve daimi mucizesi Kur'an-ı Kerim'dir. Ruhları okşayan, gönüllere huzur veren okunuşu, sayısız hikmetlerle dolu yüksek anlamı, insanlığın mutluluğu için getirdiği ölmez prensipler ve bütün çağlara ışık tutan ilmî gerçekleri ile Kur'an-ı Kerim eşsiz bir mucizedir.

Vahyin Geliş Şekilleri

a-Cebrail’in Kendi suretiyle getirdiği vahiy

b-Cebrail’in İnsan şekline girerek getirdiği vahiy

c-Sadık Rüyalar ile gelen vahiy

d-Bizzat Allah’tan alınan Vahiy

e-Çıngırak sesi ile gelen vahiy

f-ilham yolu ile gelen vahiy

a) Peygamberlere Olan ihtiyaç ve Gönderilmelerindeki Hikmet

Peygamberler, Yüce Allah'ın rehber olarak seçtiği üstün şahsiyetlerdir.

Allah'ın mesajlarını insanlara ulaştırmakla görevli oldukları için insanların peygamberlere ihtiyaçları vardır. Zira insanın kendisi, çevresi ve diğer var­lıklar hakkındaki bilgileri sınırlıdır. insanın gücünü ve seviyesini aşan konu­larda ve gerçeğe ulaşmak istemesi hususunda, aydınlanmaya ve rehbere ihtiyaç duyar. işte bu sebeple Allah insanlara peygamber göndermiştir. Bu­nun dışında insanların peygamberlere ihtiyaç duymalarının sebeplerini şöy­le sıralayabiliriz

E. AHİRET İNANCI

AHİRET GÜNÜNE İMAN.

İsrafil adlı meleğin Sur’a üflemesiyle başlayıp mahşerde toplanma, hesap, mizan, sırat, cehennem ve cennet safhalarıyla sonsuza kadar devam edecek olan hayata denir.

Ahiret Günü Ne Demektir
İmanın şartlarından beşincisi "Ahiret Gününe İnanmaktır." İnsanların ve diğer canlıların bir sonu olduğu gibi, üzerinde yaşadığımız dünyanın ve bütün evrenin de bir gün sonu gelecektir. Allah'ın takdir ettiği zaman gelince görevli melek İsrafil, "Sûr" denilen bir şeye üfürecek ve bundan çıkacak çok müthiş bir sesin tesiri ile (Allah'ın diledikleri dışında) bütün canlılar ölecek, yer ve göklerin düzeni bozularak kainat yeni bir şekil alacaktır.
Kıyamet denilen bu olaydan bir süre geçtikten sonra Allah'ın emriyle İsrafil, Sûr'a ikinci defa üfürecek ve bütün canlılar yeniden dirilerek "Mahşer" denilen toplanma yerine çağrılacaktır. Burada herkes Allah'ın huzuruna çıkarılacak ve dünyada yaptıklarından sorguya çekilecektir.
İnsan, dünyada ne ekmiş ise ahirette onu biçecek, İlahî adalet yerini bulacak ve hiç kimse haksızlığa uğratılmayacaktır.

Ahiretle ilgili terimler.

Mahşer : Bütün insanların öldükten sonra tekrar dirilerek hesap vermek için toplanmalarına denir.

Amel defteri : Sevap ve günahların yazıldığı defter.

Mizan : Sevap ve günahların tartıldığı hassas terazi.

Sırat :Üstünden geçip Cennete gitmek için Cehennem üzerinde kurulacak olan çok dar köprü.

Cennet : Yüce Allah’ın müminler ve iyi kulları için hazırlamış olduğu mükafat yeri.

Cehennem : Yüce Allah’ın kafirler ve günahkarlar için hazırlamış olduğu ceza yeri.

A’raf : Cennetle cehennem arasında yüksek bir alandır ki sevapları ve günahları eşit olanlar Allah’ın dilediği bir zamana kadar burada kalacaklar, daha sonra Allah’ın affına nail olarak cennete gireceklerdir.

Ahiret gününe inanmanın faydaları.

1-İnsanın mutlu ve huzurlu olmasını sağlar.

2-İnsanın kötülük yapmasını önler.

3-Haksızlığa uğrayan insanların teselli bulmalarını, toplumda kötülerin azalmasını, iyilerin çoğalmasını sağlar.

Ölüm
Her insanın dünyada yaşayacağı belirli bir süre vardır. Bu süre bitince insan ölür. İnsan, beden ve rûhun birleşmesinden meydana gelen bir varlıktır. Bedenimize canlılık ve hareket veren ruhtur. Allah'ın takdir ettiği zaman gelince ruh bedenden ayrılır. Ruhun bedenden ayrılması olayına "ölüm" denir. Ölüm, her insan için takdir edilmiştir. Bundan kurtuluş yoktur.
Bu gerçek Kur'an-ı Kerim'de şöyle bildiriliyor: "Her canlı ölümü tadacaktır."
"Nerede olursanız olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir."
Ölüm, yok olmak demek değildir. Geçici olan dünya hayatından sonsuz olan ahiret hayatına geçiştir. Allah'a karşı görevini yapanlar için ölüm, daha yüksek hayata kavuşmak için açılan bir kapıdır.

Kabir
İnsanın ölümünden, kıyamet günü yeniden dirilmesine kadar geçecek olan zamana "kabir hayatı"; bu zaman içinde bulunacağı yere de "kabir" denir. İnsan ölünce bedeni çürür, toprağa karışır, fakat bedenden ayrılan rûhu ölmez. İnsan kabire konulunca Münker ve Nekir adındaki melekler tarafından sorguya çekilir. Sorulara doğru cevap verenler için kabir, bir istirahat yeri; cevap veremeyenler için ise azap yeri olacaktır.
Peygamberimiz (s.a.s.) Efendimiz kabrin durumunu şöyle açıklıyor: "Kabir (kişinin dünyadaki iş ve davranışlarına göre) ya cennet bahçelerinden bir bahçe, yahut cehennem çukurlarından bir çukurdur."

Kıyamet
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Allah'ın takdir ettiği zaman gelince, dört büyük melekten biri olan İsrafil'in "Sûr" denilen bir şeye üfürmesi ile çok korkunç bir ses meydana gelecek, bu sesin etkisi ile bütün canlılar ölecek, kainatta önemli değişiklikler olacaktır.
Kainatın bugünkü düzeni bozulacak, yer ve gökler başka şekil alacaktır.
İşte bu büyük olaya "kıyamet" denilmektedir. Kıyametin ne zaman kopacağını yalnız Allah bilir.

Hesap, Mükafat, Ceza, Cennet, Cehennem
Yapılan iyiliğe verilen karşılık "mükafat"; işlenen kötülüğün karşılığı da "ceza"dır.
İnsanlar bu dünyaya imtihan edilmek üzere gönderilmiş, yapmakla yükümlü oldukları görevler kendilerine bildirilmiştir.
Allah'ın emirlerini yerine getiren, yasak ettiği şeylerden sakınan ve insanlara iyilik yapanlar imtihanı kazanmış olacak ve karşılığında kendilerine büyük mükafat verilecektir. Herkes dünyada yaptığının karşılığını ahirette eksiksiz olarak görecektir.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Kıyamet günü doğru teraziler kurarız: hiç bir kimse, hiç bir haksızlığa uğratılmaz."

Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür."
Cennet mü'minler için hazırlanmış mükafat yeridir.
Cennette, bu dünyada gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç bir insanın hayalinden geçmeyen nimetler vardır.
Cennet, insanın kalbinden geçen ve hoşuna giden her şeyi devamlı olarak bulacağı eşsiz güzelliklerle dolu bir yerdir.
Orada her şey insanın gönlüne göredir, neyi arzu ederse anında yanında hazır olacaktır.
Cennette, hastalık, korku ve üzüntü yoktur. Orada insan hep genç yaşta kalacak, ihtiyarlamayacaktır. Cennette hayat sonsuzdur. Ölüm yoktur. Oraya giren bir daha çıkmayacak, zevk ve safa içinde sonsuza kadar devam edecektir.
Kur'an-ı Kerim'de bu konuda şöyle buyruluyor:
"İman edip iyi, yararlı işler yapan kimseler cennetlik olanlardır; onlar orada ebedî kalacaklardır."
"Orada onlar için diledikleri her şey var ve yanımızda fazlası da var."
Allah'a karşı görevlerini yapmayan, haramlardan sakınmayan ve insanlara kötülük edenler bu davranışlarının karşılığı olarak cehennemde cezalandırılacaktır.
Cehennem, iman etmeyenler ile inandığı halde günah işleyenlerin ahirette ateşle cezalandırılacakları yerdir.
İnandığı halde, Allah'ın emirlerine uygun hareket etmeyen, dini görevlerini yerine getirmeyenler, belirli bir süre cehennemde kalıp cezalarını çektikten sonra çıkacak ve cennete gireceklerdir. Kafirler ve münafıklar ise ebedî olarak cehennemde kalacaklardır.
Kur'an-ı Kerim'de kafir ve münafıkların durumu şöyle bildiriliyor:
"İnkar eden kimseler ve ayetlerimizi yalan sayanlar cehennemlik olanlardır. Onlar orada temelli kalacaklardır."
"Doğrusu münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar. Onlara yardımcı bulamayacaksın."

Ahiret Gününe İnanmanın Faydaları
Ahiret gününe inanmak insana sorumluluk duygusu kazandırır. Sorumluluk duygusu taşıyan bir insan davranışlarına dikkat eder.
Ahirete inanmak demek; öldükten sonra tekrar dirileceğimize ve dünyada yaptığımız işlerden Allah'ın huzurunda hesap vereceğimize, iyilik yapanların mükafat göreceklerine, kötülük işleyenlerin cezalandırılacaklarına inanmak demektir. Bu inanç insanı kötülük yapmaktan sakındırır, iyiliğe ve doğruluğa yönelterek ahlak ve fazilet sahibi yapar. Bu inanca sahip insanlardan meydana gelen bir toplumda hiç kimse başkasına zarar vermez, herkes birbirinin hakkına saygı gösterir, elinden geldiğince iyilik yapar. Bu davranışlar kişiler arasında karşılıklı olarak sevgi ve güven duygularını geliştirir.
Ahirete inancı olmayanlar, ölüm anında gerçekleri görecek ve Allah'ın emirlerini yapmak için dünya hayatına geri dönmek isteyeceklerdir. Ancak iş işten geçmiş olduğu için bu istek kabul edilmeyecektir. Bu durum Kur'an-ı Kerim'de şöyle haber veriliyor:
"Onlardan birine ölüm gelince: Rabbim! Beni geri çevir. Belki yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim, der."
Ahiret gününe inanmak insanı teselli eder, üzüntüsünü azaltır.
Şöyle ki:
Dünyada nice iyi insanlar, iyiliklerinin karşılığını görmeden; haksızlığa uğrayanlar hakkını almadan; nice zalimler de cezasını çekmeden ölüp gitmektedirler. Haklı ile haksızın, iyi ile kötünün ayrılacağı ve herkesin yaptığının tam olarak karşılığını bulacağı gün, ahiret günüdür.
Ahiret gününde ilahi adalet yerini bulacak; iyilik yapanlara iyiliklerinin mükafatı bol bol verilecek; haksızlığa uğrayanlar eksiksiz olarak haklarını alacak; zalimlerin yaptığı yanında kalmayacak, hak ettikleri cezayı bulacaklardır. İşte bu inanç, insana huzur verir, üzüntülerini azaltır.
Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"Kıyamet gününde insan dört şeyden sorguya çekilmedikçe Allah'ın huzurundan ayrılamaz:
– Ömrünü nerede geçirdiğinden,
– Vücudunu nerede yıprattığından,
– Malını nereden kazanıp nereye harcadığından,
– Bildiği ile ne amel ettiğinden"
Yeniden diriliş ile başlayan ve sonsuza kadar devam edecek olan zamana "Ahiret Günü" denir. İşte, bütün insanların öldükten sonra yeniden dirilmesine ve ondan sonra devam edecek olan sonsuz hayata inanmak, imanın en önemli esaslarından biridir.

AHİRET HAYATININ DEVRELERİ

1-

Ölüm

7-

Hesaba çekiliş

2-

I.Sura üfleniş,Her şeyin yok oluşu

8-

Şefaat

3-

II.Sura üfleniş,tekrar diriliş

9-

Sırat

4-

Mahşer yerinde toplanma

10-

Cennet

5-

Amel defterlerinin verilmesi

11-

Cehennem

6-

Mizan-Amellerin ölçülmesi

12-

Allahın Cennette görülmesi

KIYAMETİN ALAMETLERİ


Büyük Alametler

1-

Doğuda,Batıda.Arabistan da 3 yerin batması

2-

Güneşin Batıdan doğması

3-

Hz.İsanın Gökten inmesi

4-

Yecüc ve Mecüc'ün çıkması

5-

Deccalin çıkması

6-

Debbet'ül arz'ın çıkması


Küçük Alametler

1-

Hz.Muhammed'in son Peygamber olması

2-

İlmin kalkıp yerine cahilliğin geçmesi

3-

Yüksek binaların yapılması

4-

Yeteneksiz kişilerin önemli mevkilere gelmesi

5-

Büyük günahların çokça işlenmesi

6-

Dünya malına tamahın artması

7-

Kadının erkeğe,erkeğin kadına benzemeye çalışması

AHİRETE İMANIN TOPLUMA VE FERDE FAYDASI

Ahirete iman ; Ferdi işlemeye niyet ettiği kötü fiilden hesaba çekileceğini gösterdiğinden insanı şeytana uymaktan uzaklaştırır.

Başkalarına yardım ederek sevap kazanmasına vesile olur.Böylece toplumda da huzur sağlanmış,yardımlaşma artmış olur.

F. KAZA VE KADER İNANCI

KAZA VE KADERE İMAN.

İslam inanç esaslarının altıncısı kadere inanmaktır. Kadere iman konusu, Yüce Allah'ın ilim, irade, kudret ve tekvin sıfatlarıyla yakından ilgilidir. Dün­yada meydana gelen ve gelecek olan her şey Allah'ın ilmi, dilemesi, takdiri ve yaratması ile olur. Kaderin iyi ve doğru anlaşılabilmesi için bu sıfatların iyi ve doğru bilinmesine bağlıdır. Çünkü Cenab-ı Allah, evreni, içindeki tüm var­lıkları ve meydana gelen bütün olayları belli bir düzen ve ölçüye göre yarat­mıştır. işte kader, bu ilahi kanunu ifade eder.

Yüce Allah, insanlara doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini bir­birinden ayırt edebilmek için akıl ve irade vermiştir. Dolayısıyla insanlar, dünyada yaşarken seçtikleri şeyler ve bunları nasıl, nerede ve ne şekilde kullanacaklarına kendi hür iradeleriyle karar verirler. Allah, insanın bu kara­rına asla müdahale etmemektedir. Çünkü insan yaratılırken iradesiyle karar verebilecek bir donanımda yaratılmıştır. Ancak Allah, her şeyi ezeli ilmi ile bildiği gibi, insanın hür iradesiyle seçtiklerini de önceden bilir. işte Yüce AI­lah'ın önceden bildiği bu olayları, insanın seçimine göre takdir etmesine kader denmektedir.

Allah'ın her şeyi önceden bilmesinin, .insanın tercihleri üzerinde bir etkisi yoktur. Başka bir deyişle biz Allah bildiği için belli işler yapmıyoruz. Aksine, biz yapmaya karar verdiğimiz için veya hür irademizle tercih ettiğimiz için AIlah bilmektedir. Mesela; güneşin ve ayın tutulacağını çok önceden bilimsel gözlemlerle bilebiliriz. Buna göre, güneş ve ay biz bildiğimiz için mi tutulu­yor? Yoksa tutulacakları için mi biz biliyoruz? Elbette ki tutulacakları için biz önceden biliyoruz.

Kader : Allah’ın sınırsız ve sonsuz bilgisiyle meydana gelecek olayları önceden bilip takdir etmesidir.

Kaza : Allah’ın önceden bilip takdir ettiği olayların zamanı gelince ortaya çıkmasıdır.

Külli irade : Allah’ın sonsuz iradesine denir.

Cüz’i irade : İnsanların sınırlı iradesine denir.

Tevekkül : Bir işin olması için gerekli bütün çalışmaları yaptıktan sonra sonucu Allah’a bırakmak ve O’na güvenmektir. Mesela; Bir çiftçinin tarlasını sürmesi, ekmesi ve her türlü bakımını yaptıktan sonra Allah’a güvenmesi gibi.

Kader ve Kaza Ne Demektir
İmanın şartlarından altıncısı, kader ve kazaya, ister iyi, ister kötü, her şeyin Allah'ın bilmesi, dilemesi ve yaratmasıyla olduğuna inanmaktır.
Kainatta, olacak şeylerin zamanını, yerini, özelliklerini ve nasıl olacaklarını, henüz onlar olmadan Allah'ın ezelde bilmesi ve takdir etmesine kader denir.
Allah'ın ezelde takdir ettiği şeyleri zamanı gelince bu takdire uygun olarak yaratmasına kaza denir.
Kaderi bir plana benzetirsek, Kaza da plana uygun olarak o şeyin yapılmasıdır. Kainatta meydana gelen her şey, Allah'ın bilmesi, dilemesi ve yaratması iledir. O'ndan başka yaratıcı yoktur.
Kader ve Kazaya iman etmek, her şeyin Allah tarafından belirlenmesine ve zamanı gelince belirlendiği gibi yine Allah tarafından yaratılmasına inanmak demektir.

Hayır ve şer : Hayır ; İyilik ve güzellik, Şer ise kötülük ve çirkinliktir.

Kader inancının faydaları : İnsan belli ölçüler içerisinde serbestçe davranabileceğini, rızkını kazanabilmek için çalışması gerektiğini öğrenir. Her hangi bir felakete uğrarsa bunun Allah tarafından olduğunu düşünerek bunalıma düşmez. İnsanın soğuk kanlı ve dayanıklı olmasını sağlar. Böylece insan, cesur ve sabırlı olur, her şeye rağmen çalışmaya devam eder. İnsan kendi isteği ile yaptığı işlerden sorumlu tutulacağını bildiği için seçme hürriyetini iyi işlere kullanır. Cezayı gerektiren işlerden sakınır. Böylece kader inancı, kişiye sorumluluk duygusu kazandırır.
Kadere inanan bir kimse çalışmalarında başarılı olamadığı veya bir felaketle karşılaştığı durumlarda karamsarlığa düşmez, morali bozulmaz. Çünkü, Allah'ın her işinde bir gaye ve hikmet olduğunu, insanın sınırlı güce sahip bir varlık olarak yaratıldığını, gücünün yetmeyeceği işlerden sorumlu olmayacağını bilir ve Allah'ın takdirine boyun eğer, ona sığınır. Bu inanç, insana rahatlık verir, üzüntüsünü giderir.
Kader inancı bize, kainatta her şeyin bir plan dahilinde ve bir gayeye yönelik olarak var edildiğini, her şeyin bir sebebi olduğunu öğretir.
Bu inançla insan hayatta başarıya ulaşmanın yollarını ve sebeplerini araştırarak üzerine düşen görevleri yerine getirmeye çalışır.

İslam'da Tevekkül Anlayışı ve Çalışmanın Önemi
Tevekkül, yapacağımız herhangi bir iş için bütün gücümüzle çalışıp elimizden geleni yaptıktan sonra, sonucu Allah'tan beklemektir.
Bunu bir misal ile açıklayalım:
Tarlasından iyi bir ürün almak isteyen bir çiftçi; önce tarlayı güzelce sürüp tohumu eker, gübresini atar, gerekirse sulamasını da yapar. Ekinin zararlılardan korunması için her türlü tedbiri de aldıktan sonra gerisini Allah'a bırakır, O'na güvenir. Çünkü çiftçi, elinden geleni yapmıştır. Artık ekinin büyümesi ve ürün vermesi için Allah'a güvenecek, sonucu O'ndan bekleyecektir. Gerçek tevekkül budur.
Yoksa hiç çalışmadan bir işin oluvermesini istemek, kendinin yapması gereken şeyleri Allah'tan beklemek, tevekkül değildir. Müslümana yakışmayan yanlış bir düşüncedir.
Devesini dışarda bağlamayıp salıveren ve Allah'a tevekkül ettim diyen bir kişiye Peygamberimiz (s.a.s.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Önce deveni bağla, sonra tevekkül et." Peygamberimizin bu sözünden anlaşılıyor ki müslüman önce elinden geleni yapacak, sonra Allah'a tevekkül edecektir.
Namaz kılmak, oruç tutmak nasıl dinî bir görev ise, geçimini sağlamak için çalışıp kazanmak da ibadet değeri taşıyan bir görevdir.
Yüce Allah: "Namaz kılınınca yeryüzüne dağılın ve Allah'ın fazlından nasibinizi arayın." buyurmuştur.
Hz. Ömer şöyle demiştir: "Hiç biriniz rızkını aramaktan vazgeçip Allah'ım bana rızık ver demesin, biliyorsunuz ki, gökten ne altın yağar ne de gümüş." Görülüyor ki, çalışmak dinimizin emri, müslümanın görevidir. Bir işi başarmak için önce elimizden geleni yapacağız, bütün gücümüzle çalışacağız. Sonra bizi başarıya ulaştırmasını Allah'tan bekleyeceğiz, O'na güveneceğiz.
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de "Hakikaten insan için çalıştığından başkası yoktur" buyurarak çalışmanın önemini bildirmiştir.
Peygamberimiz de: "Kişinin yediği en hayırlı yemek, elinin emeği ile kazandığı yemektir. Allah'ın Peygamberi Davut (a.s.)'da elinin emeği ile geçinirdi." buyurmuştur.
Dinimiz, çalışmaya büyük önem vermiş, helal kazanç sağlamak için çalışmayı ibadet olarak değerlendirmiştir.
Çalışan insan hayırlı insandır. Çünkü, insan çalışmakla hem kendisine, hem ailesine, hem de milletine yararlı olur.
Peygamber Efendimiz: "İnsanların hayırlısı, insanlara yararlı olandır." buyurarak bu gerçeği açıklamıştır.
Müslüman hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışmalı, yarın ölecekmiş gibi de ahiret için hazırlık yapmalıdır.
Peygamberimiz, daima çalışmayı tavsiye etmiş "İki günü birbirine eşit olan aldanmıştır." buyurarak Müslümanların her gün daha ileri gitmesini istemiştir.
Sevgili Peygamberimiz şu mübarek sözü ile bize dünya ve ahirette mutlu olmanın yollarını göstermiştir. Buyuruyor ki:
"Sizin hayırlınız; dünyası için ahiretini terk etmeyen, ahireti için de dünyasını terk etmeyip her ikisi için çalışan ve insanlara yük olmayandır."
O halde Müslüman hem dünya, hem de ahiret için çalışacak, her gün daha ileri gidecektir. Dinimizin emri budur.

İRADE:Sözlükte; Dilemek , istemek manasına gelir.Varlıkların akıl yoluyla tercih etme,planlama melekesidir.

1-KÜLLİ İRADE:Allahın İradesidir.Mutlak ve sınırsızdır.

2-CÜZ'İ İRADE: İnsanın iradesidir.Sınırlıdır.İnsanın istemesi Allahın rızasına bağlıdır.Allah dilerse verir,dilemezse vermez.

HAYIR:İyilikler,güzellikler ve helal olan işlerdir.Allah bu tür işlerin yapılmasına razıdır ve karşılığını verir.

ŞER:Kötülüktür.Haram olan davranışlardır.Allah bu tür davranışlardan razı değildir;fakat bu tür kötü davranışlara müdahale etmez.

karşılığını verir.

"Kim zerre miktarı kötülük işlerse mutlaka karşılığını görecektir.

"Kim zerre miktarı iyilik işlerse mutlaka karşılığını görecektir.(Zilzal 7-8 )

İNSANIN FİİLLERİ:İnsanın yapmış olduğu bütün iradeli ve iradesiz fiilleridir.

1-İRADELİ FİİLLERİ:İnsanın yaptığı bilerek ve isteyerek yaptığı davranışlardır.İnsan bu tür davranışlarından dolayı sorumludur.

2-İRADESİZ FİİLLER:İnsanın iradesi dışında gelişen ve Allahın iradesine veya reflex olarak ortaya çıkan olaylar ve fiillerdir.

İNSAN FİİLLERİNDEN NİÇİN SORUMLUDUR:

Allah-ü Teala insana diğer varlıklardan farklı olarak irade ve akıl vermiştir.Peygamberler vasıtasıyla iyi ve kötü davranışlar kendisine bildirilmiştir."Allah hiç kimseye gücü yetmeyeceği şeyden dolayı sorumlu tutmaz"hadisinde de belirtildiği gibi,Allah insanı gücü yetmeyeceği şeyden sorumlu tutmaz.İnsan kendinde bulunan iradesi ve aklıyla seçimini iyi yönde kullanırsa sevap, kötü yönde kullanırsa azap görür.

İnsanın Sorumluluğu
İnsanın işleri iki kısımdır:
Birincisi, kendi isteği dışında olan işlerdir. Bir hastalıktan dolayı elinin titremesi, kalbinin çalışması, boyunun kısa veya uzun olması gibi. Bunlar doğrudan doğruya Allah'ın dilemesi ve yaratması ile meydana geldiğinden insan bu işlerden sorumlu değildir.
İkincisi, insanın isteğine bağlı olarak meydana gelen işlerdir. İnsanın oturup kalkması,yürümesi, elleri ve diğer organları ile yaptığı işler kendi isteğine göre Allah'ın yaratması ile meydana geldiğinden insan bu işlerden sorumludur.
Her şeyi takdir eden ve yaratan Allah'tır. Ancak, tasarladığı herhangi bir işi yapıp yapmamakta Allah insana bir irade, yani seçme hürriyeti vermiştir. İnsan bu irade ile iyilik etmeyi seçer, gücünü de bunu yapmak için kullanırsa Allah, iyiliği yaratır. Eğer insan kötülük yapmayı seçer, gücünü de bunu yapmak için kullanırsa Allah kötülüğü yaratır.
Görülüyor ki, insan neyi yapmak isterse Allah onu yaratır. "Hayır ve şer Allah'tandır. Yani iyilik ve kötülük Allah'ın yaratması iledir." sözünün anlamı budur.
İnsanın yaptığı işlerden sorumlu tutulmasının sebebi, işte bu seçme hürriyetine sahip olması ve gücünü tercih ettiği şeyi yapmak için kullanmasıdır. Bunun içindir ki her insan iradesi ile yaptığı işlerden sorumludur. Hayır işlemiş ise, mükafatını, kötülük yapmışsa cezasını görecektir.

ÜNİTE 2 ÖĞRENME ALANI: İBADET

İSLÂM’DA İBADETLER

1. İnanç-İbadet İlişkisi

2. Başlıca İbadetler

2.1. Namaz

2.2. Oruç

2.3. Zekât

2.4. Hac

2.5. Kurban

3. Salih Amel

4. İbadetler ile İlgili Temel İlkeler

4.1. İsteklilik

4.2. Samimiyet

4.3. Gösterişten Uzak Olmak

4.4. Kolaylık ve Güç Yetirebilirlik

1-iNANÇ-iBADET İLİŞKİSİ Dini hayat imanla başlar, imanla devam eder. iman olmadan Allah'a kul­luğun kapıları açılmaz. inançla ibadet arasında sıkı bir ilişki vardır. Bu se­bepledir ki inanç ibadetleri, ibadetler de inancı etkilemektedir. inanç, kalpte meydana,gelen bir kabul ve doğrulama işidir. Kalpte meydana gelen inancın ibadet yaparak dışa yansıması ise vicdani bir histir. inanç, ibadetin kaynak ve sebebini teşkil eder. Allah~a ibadet etmek için her şeyden önce O'na iman etmek gerekir . İnsan iman etmediği bir varlığa ibadet etmez. iman, ibadetin sıhhati için şarttır

ibadet; sözlükte, Yüce Allah'ın emir ve yasaklarına itaat etmek ve kullukta bulunmak anlamlarına gelmekledir. Terim olarak ibadet; bi­zi yaratan ve çevremizi bin bir türlü nimetlerle donatan Yüce Rabb'imize karşı saygıda bulunmak, onun emir ve yasaklarına uymak, yapmakla yükümlü olduğumuz kulluk görevini yerine getirmektir.

insanın görevi, varlığını borçlu olduğu yaratıcısının emir ve yasak­larına göre hareket etmek, iş ve davranışlarında onun hoşnutluğunu gözetmektir. Allah'ın nelerden razı olup nelerden razı olmadığını öğ­renmek ise kulluk görevinin yerine getirilmesinde önemli bir rol oy­nar.

ibadet sadece namaz, oruç gibi şeylerle sınırlı değildir. Bu ibadet­lerle beraber, Allah'ın rızasına uygun çalışıp, helal yoldan kazanç te­min etmek, ılım öğrenmek ve öğretmek, insanların yararına işler yap­mak, hepsi birer ibadettir.

Allah'ın bize sa­yısız iyilikleri ve ni­metleri vardır Bizi yoktan yaratıp, bize hayat veren, bütün evreni hizmetimize sunan, bize akıl ve­rerek üstün bir var­lık yapan Allah'tır. Akıl gücünü kulla­narak niçin ona iba­det etmemiz gerek­tiğini anlamak zor değildir. Örneğin; bize verilen küçük bir hediye, yapılan bir iyilik karsısında teşekkür etmeği İhmal etmeyiz. O halde bizi yaralan, çevremizi güzelliklerle süsleyen, sayısız nimetler ve güzel duygular veren Yüce Allah'a kullukta kusur etmemeliyiz.

İBADET ÇEŞİTLERİ :

1-Bedenle yapılan ibadetler : Namaz, oruç gibi.

2-Malla yapılan ibadetler : Zekat gibi.

3-Hem beden hem malla yapılan ibadetler : Hac gibi.

İslam’ın şartları :

1-Namaz kılmak. 4.) Hacca gitmek.

2-Oruç tutmak. 5.) Kelime-i Şahadet getirmek.

3-Zekat vermek.

-Yapılışına göre ibadet çeşitleri

1-Farz ibadetler: *Namaz (Beş vakit namazın farzları) ve kazaları,

*Oruç (ramazan orucu ) ve kazası

*Zekat

*Hac

2-Vacip ibadetler:*Bayram namazları,

*Vitr namazı,

*Kurban kesmek

3-Sünnet ibadetler: *Namazlardaki sünnetler

*Üçaylarda , mübarek geçelerde, sevap kazanmak amacıyla tutulan oruçlar,

*Sadakalar,Fitreler,

*Ümre haccı

4-Nafile ibadetler: *Her türlü ,vakit ,kaza namazları dışındaki ibadetler.(Teeccüd namazı, istiare namazı ,

Tövbe namazı,

*Her türlü sadaka

*Diğer insanlara karşı yapılan iyi davranışlar,

- Niçin ibadet ediyoruz? Biz insanları yaratan yüce Allah tır.Allah bizlerin yaptığı hiçbir şeye muhtaç değildir.Ancak biz Müslümanlar Allaha olan sevgi ve saygımızdan, kulluğumuzdan dolayı şükür ifadesi olarak ibadet ederiz.Allah Teala Kur'anda " Ben insanları ve cinleri yalnızca bana kulluk etsinler diye yarattım."buyurur.Allaha yakınlığımız O'na karşı yaptığımız ibadetlerle ölçülür.İnsan Şeytanın şerrinden Allaha sığınmak ve verdiği nimetlere şükür etmek zorundadır.Bu sebeple Allaha ibadet eder yasaklarından kaçınırız.

-İbadetlerin bizlere kazandırdığı iyi alışkanlıklar nelerdir?

1-Allahın rızasını kazandırır.

2-Günlük hayatımızı düzene koyar.

3-Temizlik alışkanlığı kazandırır.

4-Ahlakımızı ve davranışlarımızı düzenler,

5-Başkalarına karşı sorumluluklarımızı yerine getirmemizi sağlar.

6-Toplumda kargaşa ve anarşiyi önler.

Namazın faydaları:

Namaz; Hayasızlıktan ve kötülükten alı koyar, imanımızı kuvvetlendirir, gönül rahatlığı, sorumluluk duygusu ve temizlik alışkanlığı kazandırır.

Orucun faydaları :

Ruhu terbiye eder, iradeyi güçlendirir, insanın nefsine hakim olma yeteneğini kazandırır, ruhi olgunluğa ulaştırır. İnsanlar arasında yardımlaşma ve kaynaşmayı sağlar.

Zekatın faydaları :

İnsanın mala olan düşkünlüğünü giderir. Onu malın esiri olmaktan kurtarır. Kanaatkar ve mutlu olmasını sağlar. Zekat sayesinde zenginle yoksul arasındaki büyük farklılıklar kapanır. İnsanlar birbirleriyle kaynaşır. İnsandaki kin ve kıskançlık duyguları, sevgi, saygı ve dostluk duygularına dönüşür.

Haccın faydaları :

Hac ibadeti, insanın kötülüklerden uzaklaşmasını ve iyiliğe yönelmesini sağlar. İnsanlar arasındaki eşitlik , birlik ve dayanışmanın işaretidir. Ayrıca İslam ülkeleri arasında birlik ve beraberlik duygusunu geliştirir.

MÜKELLEFİN GÖREVLERİ

FARZ :

Farz-ı ayn : Her Müslümancın yapmakla yükümlü olduğu dini emirlere denir. Namaz kılmak, oruç tutmak gibi.

Farz-ı kifaye : Bazı Müslümanların yapmasıyla diğerlerinin üzerinden kalkan dini görevlerdir. Cenaze namazı gibi.

Vacip :

Yapılması farz kadar kesin olmamakla birlikte, Allah’ın mükelleften yapmasını istediği emirlerdir. Kurban kesmek, bayram namazları, vitir namazı ve fitre vermek gibi.

Sünnet :

Peygamberimizin hayatı boyunca söylemiş olduğu sözlere, yapmış olduğu iş ve davranışlara denir. Beş vakit namazın sünneti, yemekten önce ve sonra elleri yıkamak, yemeğe besmele ile başlamak gibi.

Müstehap :

Yapılmasında sevap olup terk edilmesinde günah bulunmayan söz, iş ve davranışlardır. Farz ve Vacibin dışında kılınan namaz ve tutulan oruçlar gibi.

Mübah :

Yapılıp yapılmamasında herhangi bir günah veya sevap bulunmayan iş ve davranışlardır. Yemek-içmek, uyumak gibi.

HARAM :

Allah tarafından,yapılması kesinlikle yasaklanan fiillere denir. Zina etmek, adam öldürmek gibi. Haram ikiye ayrılır. Bunlar ;

1-Asli haram : Özünde haramlık taşıyan her şey. İçki, domuz eti, zehir ve uyuşturucu gibi.

2-Arizi haram : Helal olan bir şeyin sonradan haram olması.Ekmek helaldir. Çalınırsa haram olur.

Mekruh : Yapılması hoş karşılanmayan, iyi görülmeyen işlerdir. Güneş doğarken namaz kılmak, soğan, sarımsak gibi kokulu şeyler yiyerek camiye gitmek .

Müfsit :

Başlanmış bir ibadeti bozan,söz, iş, hareket ve davranışlara denir. Namaz kılarken gülmek, konuşmak, oruçlu iken bir şeyler yiyip-içmek gibi.

İslam’da emir ve yasaklarla ilgili genel kurallar :

1-Helalı ve haramı belirleyen yalnız Allah’tır.

2-Yasaklanmamış her şey helaldir.

3-Harama götüren her şey haramdır.

4-Bazı haramların adlarının değişmiş olması onların helal sayılmasını gerektirmez.

5-İyi niyet haramı helal kılmaz.

6-Haram veya helal olduğu kesin olarak bilinmeyen şüpheli şeylerden kaçınmak gerekir.

7-Mecburiyetler, haramların işlenmesini mubah kılar.

a - İbadetin İnanca Etkileri

Yapılan ibadetler, dua, iyilik ve hayırlar insan ruhunda derin etkiler meydana getirir. Örneğin; kılınan namazlar, tutulan oruçlar, yoksulların ihtiyacını karşılamak için verilen zekatlar insana huzur verdiği gibi onun Yüce Allah'a yakınlaşmasına da katkı sağlar. Zekat, fitre, sadaka gibi mali ibadetler yoluyla kişi başkalarının mutluluğu için katkı sağla­manın ve bir yoksula yardım etmenin verdiği tarifi mümkün olmayan bir mutluluk yaşar. İçi insanlara karsı sevgi hisleriyle dolar. Kin ve nef­ret gibi kolu duygulardan uzaklaşır, üstelik ibadetler sadece bunlarla da sinirli değildir.

b. inancın İbadete Etkileri

Yüce Allah'ın bizler için yaptıklarını, var ettiği bunca nimetleri ve güzellikleri düşünen insan ona karşı derin bir inanç besler. Allah'a inanan insan, bir kötülük yaptığında bundan pişmanlık duyar. Allah'ın merhametini: sığınıp ondan bağış diler. Allah'ın bağış­layıcı ve merhameti geniş bir varlık olduğunu düşünmek İse insana huzur verir. Yaşama sevincini artırır.

iman, güzel davranışlarla ve ibadetlerle desteklenmezse kuvvetlenemez. Dinimizin öngördüğü inanç ve ibadetler bedenimize ve iç dünyamıza dinçlik katar örneğin, namaz, oruç, hac ve zekat bu iba­detlerden bazılarıdır. Böylece iman ruha ve iradeye en büyük desteği sağlayan önemli bir etken olarak karsımıza tıkmaktadır.

İnancın ibadete etkileri :

1-İman, ibadetin kaynak ve sebebini teşkil eder.

2-İman, ibadetin kabul olması için şarttır.

3-İman, insanı mutlu, huzurlu kılar, iradesini güçlendirir.Kişiye düzen ve disiplin kazandırır.

4-İman, insana büyük idealler kazandırır.

NAMÂZ

Herkes, Önce Îmân Etmelidir

Allah’u Teala, insanların dünyâda râhat ve huzûr içinde yaşamalarını, âhiretde de sonsuz se’âdete kavuşmalarını istiyor. Bunun için, se’âdete sebeb olan fâideli şeyleri yapmayı emr etdi. Felâkete sebeb olan zarârlı şeyleri de yasak etdi. Allah’u Tealanın birinci emri, îmân etmekdir. Îmân etmek, bütün insanlara lâzımdır. Herkes için îmân zarûrîdir.

Îmân, lügatda, bir kimseyi tam doğru sözlü bilmek, ona inanmak demekdir. İslamiyetde îmân demek; Muhammed aleyhisselâmın, Allahın peygamberi olduğunu ve Onun tarafından seçilmiş, haber verici (Nebî) olduğunu doğru bilmek ve inanarak söylemek ve Onun, Allah’u Teala tarafından kısaca bildirdiklerine kısaca inanmak ve geniş bildirdiklerine etraflıca inanmak ve gücü yetdikçe (Kelime-i şehâdet)i dil ile de söylemektir. Kuvvetli îmân şöyledir ki, ateşin yaktığına, yılanın zehirleyip öldürdüğüne yakîn üzere inanıp kaçdığımız gibi, gönlünden tam olarak, Allah’u Tealayı ve sıfâtlarını büyük bilerek, Onun rızâsına ve cemâline koşmak ve gazâbından, celâletinden kaçmak ve îmânı, mermer üzerine yazılan yazı gibi sağlam olarak gönlüne yerleşdirmekdir.

Îmân, Muhammed aleyhisselâmın söylediklerinin hepsini beğenip, kalbin tasdîk etmesi, yani inanmasıdır. Böylece inanan insanlara (Mü’min) ve (Müslüman) denir. Her Müslümanın, Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olması, Onun gösterdiği yolda yürümesi lâzımdır. Onun yolu Kur’ân-ı kerîmin gösterdiği yoldur. Bu yola (İslamiyet) denir. Ona uymak için, önce îmân etmek, sonra (Ahkâm-ı islamiyeyi), yani Müslümanlığı iyice öğrenmek, sonra farzları edâ edip, harâmlardan kaçınmak, dahâ sonra sünnetleri yapıp, mekrûhlardan kaçınmak lâzımdır. Bunlardan sonra, mubâhlarda da, Ona uymağa çalışmalıdır.

Dînimizin temeli îmândır. Îmânı olmayanların hiçbir ibâdetini ve iyiliğini, Allah’u Teala beğenmez ve kabûl etmez. Müslüman olmak isteyen kimse, önce îmân etmeli, sonra guslü, abdesti, namâzı ve lâzım oldukça diğer farzları ve harâmları öğrenmelidir.

OTUZİKİ VE ELLİDÖRT FARZ

Bir çocuk bâliğ olduğu zaman ve bir kâfir (Kelime-i tevhîd) söyleyince, yani, (Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah) deyince ve bunun manasını bilip inanınca (Müslüman) olur. Kâfirin günâhlarının hepsi hemen afv olur. Fekat, bunların her Müslüman gibi, imkân bulunca, îmânın altı şartını, yani (Âmentü)yü ezberlemeleri ve manasını öğrenerek bunlara inanmaları ve (İslamiyet’in hepsini, yani Muhammed aleyhisselâmın söylediği emrlerin ve yasakların hepsini Allah’u Tealanın bildirmiş olduğuna inandım) demeleri lâzımdır. Dahâ sonra imkân buldukça, bütün huylardan ve karşılaştığı işlerden farz olanları, yani emr olunanları ve harâm olanları, yani yasak edilmiş olanları öğrenmesi de farzdır. Bunları öğrenmenin ve farzları yapmanın ve harâmlardan sakınmanın farz olduğunu inkâr ederse, yani inanmazsa îmânı gider. Bu öğrendiklerinden birini beğenmezse, kabûl etmezse Mürted olur. Mürted, (Lâ ilâhe illallah) demekle ve İslamiyet ‘in ba’zı emrlerini yapmakla, meselâ namâz kılmakla, oruc tutmakla, hacca gitmekle, hayrât ve hasenât yapmakla Müslüman olmaz. Bu iyiliklerinin âhiret de hiç faydasını görmez. İnkârından, yani inanmadığı şeyden tevbe etmesi, pişmân olması lâzımdır.

İslâm âlimleri, her Müslüman’ın öğrenmesi, inanması ve tâbi’ olması lâzım olan farzlardan otuziki ve ayrıca ellidört adedini seçmişlerdir.

OTUZİKİ FARZ

Îmânın şartı: Altı (6)

İslâm’ın şartı: Beş (5)

Namâzın farzı: Oniki (12)

Abdestin farzı: Dört (4)

Guslün farzı: Üç (3)

Teyemmümün farzı: İki (2)

Teyemmümün farzına üç diyenler de vardır. O zamân, hepsi otuz üç farz olur.

Îmânın Şartları (6)

1- Allah’u Tealanın varlığına ve birliğine inanmak.

2- Meleklerine inanmak.

3- Allah’u Tealanın indirdiği kitaplarına inanmak.

4- Allah’u Tealanın Peygamberlerine inanmak.

5- Âhiret gününe inanmak.

6- Kadere, yani hayır ve şerlerin (iyilik ve kötülüklerin) Allaha Tealadan olduğuna inanmak.

İslâm’ın Şartları (5)

7- Kelime-i şehâdet getirmek.

8- Her gün beş kerre vakti gelince namâz kılmak.

9- Malın zekâtını vermek.

10- Ramezân ayında her gün oruc tutmak.

11- Gücü yetenin ömründe bir kerre hac etmesidir.

Namâzın Farzları (12)
A- Dışındaki farzları yedidir. Bunlara şartları da denir.

12- Hadesden tahâret.

13- Necâsetden tahâret.

14- Setr-i avret.

15- İstikbâl-i Kıble.

16- Vakit.

17- Niyet.

18- İftitâh veyâ Tahrîme Tekbîri.

B- İçindeki farzları beşdir. Bunlara rükn denir.

19- Kıyâm.

20- Kırâet.

21- Rükü’.

22- Secde.

23- Ka’de-i ahîre.

Abdestin Farzları (4)

24- Abdest alırken yüzü yıkamak.

25- Elleri dirsekleri ile birlikte yıkamak.

26- Başın dörtde birini mesh etmek.

27- Ayakları topukları ile birlikte yıkamak.

Guslün Farzları (3)

28- Ağzı yıkamak (mazmaza).

29- Burnu yıkamak (istinşak).

30- Bütün bedeni yıkamak.

Teyemmümün Farzları (2)

31- Cünüblükden veyâ abdestsizlikden temizlenmek için niyyet etmek.

32- İki eli temiz toprağa vurup, yüzü mesh etmek ve tekrar iki eli temiz toprağa vurup, her iki kolu dirsekten avuca kadar sığamak.

ORUÇ, FARZİYETİ, HİKMETİ VE FAYDALARI

a. Farz Oluşu

İnsanların ve cinlerin niçin yaratıldıklarını bizzat yaratıcı bildirir: "O'na ibadet etsinler, yani O'nu tanısınlar diye." (51/56) Ancak sınırlı bir akılla sınırsız bir varlığın tanınması zor, hattâ hakkıyla tanınması imkânsız olduğundan nasıl tanıyacağımızı ve nasıl kulluk edeceğimizi de biz yine O öğretmiş ve kullukla ilgili bazı fiilleri zorunlu (farz) kılmıştır.

Yani Allah'ı (c.c.) tanımanın ve O'na kulluğun asgari şartı bu zorunlu ibadetlerdir. Oruç da bu ibadetlerden.biridir. Allah Resulü (s.a.v.), bir mübarek sözlerinde, bu temel ibadetleri bir arada anar ve buyurur ki: "İslam beş şey üzere kuruludur: Allah'ı birlemek (tevhid), namazı dosdoğru kılmak, zekâtı vermek, Ramazan orucunu tutmak ve hac yapmak." (Müslim Iman 5) Tek başına bu hadis bile, orucun farz olduğunu bildirmeye yeter. Ancak bundan önce Kur'an-ı Kerim de orucun inananlar için bir farz olduğunu vurgulu bir ifade ile bildirmiştir: "Ey mü'minler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılınmıştır ki, sakınasınız

ORUC HAKKINDA GENEL BİLGİLER

Farz olan Ramazan orucundan başka, vacip, müstehap ve haram olan oruçlar da vardır.

Vacip olan oruç; Ramazan'da kasten bozulan orucun kefareti, Zihâr keffareti, hatâ ile adam öldürme keffareti, yemin keffareti, hacdaki hatâlardan doğacak keffaret, kaza edilen itikâf orucu, adak oruçları gibi oruçlardır.

Müstehap olan oruçlar; Muharrem Ayının dokuzuncu ve onuncu günleri orucu, her kameri ayın onüç, ondört ve onbeşinci günleri orucu, her Pazartesi ve Perşembe günleri tutulan oruç, gibileridir. Bunlara nafile oruç da denir.

Haram olan oruçlar ise; Kurban Bayramı'nin dört günü ile, Ramazan Bayramı'nın ilk günü tutulan oruçlardır.

Ramazan orucu, belirli bir güne adanmış adak oruç ve nafile oruca akşamdan, kaba kuşluğa kadar niyet edilebilir. Orucun niyeti, içinden oruç tutmaya karar vermiş olmaktan ibarettir.

Kaza, gün belirtilmeyen adak ve kefaret oruçları için sahur bitmeden önce niyet etmek, yani içinden karar vermiş olmak gerekir.

Ramazan takvimle ve hesapla değil, Ramazan hilalinin görülmesiyle, ya da Şaban Ayı'nı otuza tamamlamakla başlar.

Ramazan'a başlarken Şaban'ın son günü mü, Ramazan'ın ilk günü mü diye, şüpheye düşülen gün, konuyu iyi bilmeyenlerin oruç tutmaması daha iyidir. Ancak Ramazan hilalinin görüldüğü ilan edilirse, o gün şüpheli olmaktan çıkar. Ramazan olduğu kesinleşir.

Bayram da yine takvimle değil, Şevval hilâlinin görülmesiyle başlar. Ancak bayram hilâlini en az iki adil şahidin görmüş olması gerekir.

Orucu Bozup Kefareti Gerektiren Şeyler:

l. Gıda ve ilaç türünden bir şeyi kasten yeme ve içme,

2.Kasten cinsel ilişkide bulunma ve bulunulma,

3.Kan aldırıp ya da gıybet edip, orucu bozuldu sanarak yiyip içmek suretiyle kasten orucunu bozma.

Orucu Bozulup Sadece Kaza Etmesi Gerekenler

l. Âdetli ve loğusa,

2. Oruç tutmakla hastalığı artan hasta,

3.Körpe çocuk emziren anne ya da süt anne,

4.Yolcu,

5.Oruca niyet etmeden yiyen kimse (Bir isyan olarak kasten yiyenlerin, niyet etmemiş olsalar bile kefaret tutmaları gerektiği söylenmiştir). .

6.Öpme, okşama ve el ile (mastürbasyon) boşalan,

7.Güneş batmadığı halde battı sanarak iftar eden,

8.Ve şafak söktüğü halde sökmediğini sanarak sahur yiyene kefaret gerekmez. Bunlar sadece kaza ile yetinir.

Şimdi sayacağımız şeylerden biri, kasten yapılmış olsa da, oruç bozulur; ancak kefaret gerekmez:

l. Sağ olan kadının önü ve arkası ile, erkeğin arkasından başka herhangi bir varlığa, ya da organa cima etme,

2. Yenilmesi arzu edilmeyen ve gıda özelliği taşımayan taş, demir ve çelik gibi şeyleri yutma,

3. Kendi isteği ile bilerek ağız dolusu kusma.

4. Burundan alınan sıvının boğaza ulaşması,

5. Hukne (lavman) kullanma (Arkadan aletle kalın bağırsağı temizleme),

6. Kulağa ilaç, yag, v.b. bir şey akıtma,

7. Derin yaraya, karın boşluğuna işleyecek özellikte ilâç koyma.

8. Baştaki yarığa ilaç akıtma,

9. Unutarak yedikten sonra, orucu bozuldu sanıp kasten yeme,

10. Uyurken birisinin boğazına su döküp midesine gitmesi,

11. Uyurken cima edilme,

12. Ramazan'a niyet etmeden yeme ,

13. Yanılarak yeme,

14. Zorla yedirilme.

HACCIN ŞARTLARI:

Haccın Şartları erkekleri ve kadınları içine alan genel veya yalnız kadınlarla ilgili özel şartlar olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlar tam olarak bulununca hac ve edası farz olur. Aksi halde farz olmaz.

Genel Şartlar. Bunlar; farz oluşunun, sıhhatinin veya edasının şartları kabilinden olur. Müslüman, akıllı, ergin, hür ve haccetmeye gücünün yeter olması gibi.

1. Müslüman Olmak: Kâfire hac farz olmaz. İbadeti eda ehliyeti bulunmadığı için, onun yapacağı hac geçerli değildir. Münkir hac yapsa, sonra İslâm'a girse, ona İslâm'ın haccı farz olur. Hanefilere göre, kâfir, şeriatın furûu ile muhatap olmadığı için haccı terkten dolayı hesaba çekilmez. Çoğunluk hukukçulara göre ise o, furû (İslâmî emir ve yasaklar)a muhataptır ve ahirette bunlardan hesaba çekilir.

2. Ergin ve akıllı olmak: Çocuk ve akıl hastaları hacla yükümlü değildir. Çünkü bunlar şer'î hükümlerle yükümlü tutulmamışlardır. Akıl hastasının yapacağı hac veya umre, ibadet ehliyeti bulunmadığı için sahih olmaz. Bu ikisi hac yapsa, sonra çocuk büluğ çağına ulaşsa, akıl hastası iyileşse, bunlara hac farz olur. Çocuğun bülûğdan önce yaptığı hac nafile sayılır.

3. Hür olmak: Köle, esir ve mahkûma hac farz değildir. Çünkü hac, süresi uzun, belli bir yolculuğu gerekli kılan ve yolculuğa güç yetirilmesi şart kılınan bir ibadettir: Hürriyetten yoksun olan kimsenin bunu ifa etmesi mümkün olmaz.

4. Vakit: Arafat'ta vakfe ve ziyaret tavafı için belirli vakitlere yetişmedikçe hac farz olmaz. Şu ayetler haccın vakitli bir ibadet olduğunu gösterir: " Sana yeni doğan aylan (hilaller) sorarlar. De ki: "O, insanların faydası için vakit ölçüleridir" (el-Bakara, 2/189).

5. Haccı ifaya gücünün yetmesi (istitâa). Bu; beden, mal veya yol emniyeti ile ilgili olabilir. Ayette, "Oraya gitmeye gücü yeten herkese, Allah için Kâbe yi ziyaret edip haccetmek farzdır" (Âl-i İmrân, 3/97) buyurulur. Ayetteki "hacca yol bulabilen, hacca gitmeye gücü yeten" ifadesi Hanefîlere göre "bedenî, mâlî ve emniyet" unsurlarını kapsamına alır. Bunlar haccın edasının şartlarını oluşturur.

a. Beden sağlığı ve sağlamlığı. Buna göre; yatalak, hasta, kör, felçli, iki ayağı kesik, binit üzerinde kendi başına duramayan yaşlı kimse, tutuklu bulunan ile zalim yöneticilerin hac için vize vermediği kimseler üzerine hac farz olmaz. Çünkü Allahu Teala, haccın farz olması için "gücün yetmesi"ni şart koşmuştur. İbn Abbâs "istitâa"yı yol azığı (zâd) ve binit (râhile) olarak tefsir etmiştir. Ayette, "Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez" (el-Bakara, 2/286) buyurulur.

b. Gerekli maddî güce sahip olmak. Bu yolda tüketeceği yiyecek ve oraya varabilmek için bineceği vasıtadan ibarettir. Buna göre, bir kimseye haccın farz olabilmesi için, hac süresince hem kendisinin, hem de bakmakla yükümlü olduğu kimselerin nafakalarını ve nakil vasıtasını temin gücüne sahip olmalıdır. Mekkeliler ve Mekke çevresinde oturanlar için nakil aracına sahip olmak şart değildir; yaya yürüyecek durumda bulunmaları yeterlidir.

c. Yol emniyeti. Haccın farz olması için yol güvenliğinin bulunması şarttır. Bu, Ebû Hanife'ye göre, vücûbunun, bazılarına göre ise edasının şartlarındandır.

Kadın için yol emniyeti; beraberinde neseb veya sihrî (evlilikle doğan hısımlık) hısımlardan fâsık olmayan akıllı, ergin veya murâhık (12 yaşla buluğ arası erkek çocuğu) mahrem birisinin veya kocasının bulunmasıyla gerçekleşir. Kadının yanında kocası veya mahrem bir hısımı olmaksızın, Mekke'ye üç gün üç gece (sefer mesafesi) ve daha uzak yerden gelerek hac yapması tahrîmen mekruhtur. O, mahremsiz hac yaparsa kerâhetle birlikte caiz olur. Mahremin bulunması vücûb şartıdır. Eda şartı diyenler de vardır. Günümüzde yaygın fesat sebebiyle, kadın süt erkek kardeşiyle yolculuk yapamaz. Çünkü genç sıhrî hısımlarda olduğu gibi, süt hısmıyla başbaşa kalmak (halvet) mekruhtur. Şâfiîler buna "kadının, kafilede güvenilir diğer kadınlarla birlikte hac yapabileceği" esasını ilave ederler

HACCIN HÜKMÜ VE DELİLLERİ:

İslâm âlimleri haccın ömürde bir defa farz olduğu konusunda görüş birliği içindedir. Delilleri; Kitap ve Sünnettir. Kur'an'da şöyle buyurulur:

"Oraya gitmeye gücü yeten herkese, Allah için Kâbe'yi ziyaret edip haccetmek farzdır" (Âl-i İmrân, 3/97).

"Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın" (el-Bakara, 2/196) "İnsanları hacca davet et ki, gerek yaya olarak ve gerekse uzak yollardan gelen çeşitli vasıtalarla sana varsınlar" (el-Hac, 22/27)

Hadislerde şöyle buyurulur: "Şüphesiz Allah size haccı farz kıldı, haccı ifa ediniz" (Müslim, Hac, 412; Nesaî, Menâsik, 1; Ahmed b. Hanbel, II, 508). " Îslâm beş şey üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed (s.a.s)'in, Allah'ın elçisi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât' vermek, Beytüllah'ı haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak"(Buhârî, İman, l, 2; Müslim, İman,19-22; Tirmizî, İman, 3; Nesâî, İman, 13).

KURBAN

Muayyen bir vakitte, muayyen bir hayvanı ibâdet maksadıyla usûlüne uygun olarak kesme.

Sözlükte yaklaşmak anlamına gelen kurban, Allah'a yaklaşmayı Allah yolunda malların feda edilebileceğini, Allah'a teslimiyeti ve şükrü ifade eder. hicretin ikinci yılında meşru kılınmıştır.

Kurban kesmenin meşrûiyeti Kitap, Sünnet ve icmâ-ı ümmet ile sabittir. Allah Teala'nın Kur'ân-ı Kerîm'de; "Rabbin için namaz kıl ve kurban kes" (Kevser, 108/2), Hz. Peygamber s.a.s)'in de "İmkânı olup da kurban kesmeyen bizim namazgâhımıza yaklaşmasın" (İbn Mâce, Edâhı, 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 321) şeklindeki ifadeleri konunun önemini ortaya koymaktadır. Bu ve benzeri nasslardan hareket eden Hanefi fukahâsı kurban kesmenin vâcip olduğu görüşündedirler (Kurban Allah'a yaklaşmak maksadıyla ve yalnız O'nun rızasını kazanmak için kesilir. Allah'tan başkası adına hayvan kesmek haramdır ve bu yola tevessül edenleri Hz. Peygamber (s.a.s) "Allah'tan başkası nâmına hayvan kesene Allah lânet etsin " şeklindeki ifâdeleriyle uyarmıştır.

Vücûbiyetinin Şartları:

Kurban kesecek kimsenin: Müslüman, hür ve yolculuk halinde bulunmayıp mukîm olması, nisab miktarı mala sahip olması gerekir. Akıllı ve bülûğa ermiş olma şartı konusunda ihtilâf vardır. İmam Azam ve İmam Ebû Yûsuf'a göre kurban kesmekle mükellef olmak için akıllı ve bülûğa ermiş olmak şartı yoktur. Zengin olan çocuk veya delinin malından velîsi kurban keser. İmam Muhammed'e göre ise akıl ve bülûğa ermek şarttır. Fetva bu görüşe Kâfire kurban kesme vacib olmamakla birlikte eyyâm-ı nahr (Kurban kesme günleri) da müslüman olana veya bülûğa ermiş olana kurban vacibtir ve kurban kesmesi gerekir Seferî olanlar kurban kesmekten muaftır. Bundan dolayı seferîliği gerektirecek yoldan gelen hacılara kurban vücûbiyeti yoktur. Ancak mukîm olan Mekkeliler için bu vücûbiyet düşmez. Eyyâm-ı nahr'da yolculuğa çıkan kişi, vakit çıkmadan mukîm olursa kurbanla mükelleftir. Eyyâm-ı nahr'ın ilk günlerinde mukîm olduğu halde kurban kesmeyen ve son gün sefere çıkan kişiden vücûbiyet düşer Kurban kesmede nisab, sadaka-i fitırla* mükellef olmaktır. Bu durumdaki müslümana kurban kesmek vaciptir Nisabı eksilten borç, eyyâm-ı nahrda kurbanlığın kaybolması kurbanın vücûbiyetini düşürmez. Kişi vaktin başlangıcında fakir, sonunda zenginleşirse kurban kesmesi gerekir. Kurban kesmekle mükellef olan aldığı kurbanlığı kaybeder ve mal varlığı nisabın altına düşerse eyyâm-ı nahr'da fakir olduğundan yeni bir kurban almaya gerek yoktur. Zengin olduğu halde yerine yenisini alıp keser ve diğerini de bulursa bunu kesmesi gerekmez

3-SALİH AMEL

Salih amel, dinin yapılmasını emir ve tavsiye ettiği, iyi, doğru, faydalı ve ;evap kazanmaya vesile olan işler olarak tanımlanmaktadır. Kuran-ı Kerim’de inananların salih amelleri işleyerek maddi ve manevi bakımdan gel­işmeleri ısrarla işlenmiştir. Çünkü düşünce ve kalp alanından amellere ge­çememiş olan iman meyvesiz bir ağaca benzer.

Kur'an'ı Kerim'in birçok ayetinde iman ve salih amel (amel-i salih), bazı ayetlerinde de bunlarla birlikte ahiret inancı yan yana zikredilerek salih ame­lin faydası ve gerekliliği, kötü amelin zararı ve yanlışlığı üzerinde ısrarla du­rulmuş, Müslümanlar her fırsatta iman ve salih amele teşvik edilmiştir. Çün­kü İslam inanılan ve düşünülen her iyi, güzel ve faydalı işin uygulama alanı­na konulmasını ister. İslam’da inanmak ve inanılan şeyi yapmak esas oldu­ğundan imanla amelin birlikte bulunmasının gerekliliğine büyük önem veril­miştir Bu durum Kur'an-ı Kerim'de şöyle ifade edilmektedir inanan ve Salih amel işleyenler için mutluluk ve güzel bir dönüş ye­ri vardır" "Kim Salih bir amel işlerse kendi lehine işlemiş olur, kim de kötülük yaparsa kendi aleyhine yapmış olur. Sonra Rabb'inize döndürüleceksiniz

Kuran-ı Kerim'e göre Salih amel işleyenler yaratılmışların en iyisi olarak kabul edilmekte ve Allah'ın onlardan, onların da Allah'tan hoşnut oldukları bildirilmektedir

4. İBADETLERLE İLGİLİ TEMEL İLKELER

ibadet; yaratılmış olanın yaratıcı kudret karşısında boyun bükmesi ve O'na olan sevgisinin bir sonucu ve göstergesidir. ibadetin Allah'ın rızası için yapılması ve sadece Allah'a tahsis edilmesi gereklidir. Gerçekten de yaratan, yaşatan ve öldüren Allah'tan başka, ibadete layık bir varlık yoktur. Müslüman'ın ibadetlerini yerine getirirken ibadetlerle ilgili temel ilkeleri göz önünde bulundurması gerekir

4.1. isteklilik

Bizi yoktan var eden ve yaşatan Allah'tır. Yüce Allah vücudumuzu gören gözler, işiten kulaklar ve konuşan dil gibi mükemmel organlarla donattı. Di­ğer canlılardan farklı olarak insanoğluna akıl verdi ve onu varlıklar arasında seçkin bir duruma yükseltti, bizi yalnız bırakmadı. Tüm bunlardan sonra da peygamberler ve kitaplar göndererek bize dünyada ve ahirette mutlu olmanın yollarını gösterdi. Bütün bu iyiliklerine karşılık, Allah bizden yalnızca kendini tanımamızı ve O'na ibadet etmemizi istemektedir. Şöyle bir düşünelim: Çok iyiliğini gördüğümüz bir büyüğümüze karşı saygı gösterir, iyiliklerine te­şekkür ederiz. Bize bir görev verse seve seve yaparız değil mi? Öyle ise bi­z: yoktan var eden ve sayılamayacak kadar nimetler veren Yüce Allah'a kar­şı: teşekkür etmek ve emrettiği ibadetleri seve seve yapmak gerekmez mi? Elbette gerekir. Yaratılışımızın gayesi Allah'ı tanımak ve O'na ibadet etmek­~. ibadet görevlerini yaptığımız takdirde hem Allah'ın verdiği nimetlere karşı şükür borcumuzu yerine getirmiş oluruz hem de O'nun sevgisini kazanırız. .

4.2. Samimiyet

İslam’da ibadet ilkelerinden biri olan samimiyet, ibadet ve iyilikleri göste­riş ve çıkar kaygılarından arındırıp içtenlikle sadece Allah için yapmak demektir. Samimiyeti de kapsayan ihlas ise, daha geniş olarak şirk ve riyadan, batıl inançlardan, kötü duygulardan ve çıkar hesaplarından kalbi temizlemek her türlü faaliyette iyi niyetle Allah'a yönelmeyi ve her durumda Allah'ın rızasını gözetmeyi hedeflemeliyiz.

4.3. Gösterişten Uzak Olma

İbadet yalnız Allah için yapılır. Allah'ın rızası dışında bir amaçla gösteriş için ve bir çıkar düşüncesi ile Kur'an okumak, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, hacca gitmek, sadaka vermek, yapılan ibadetleri boşa çıka­rır. ibadetlerde, amel ve hareketlerde halkın övgüsünü kazanmak hevesi ile gösteriş yapmak riyadır. Riya (gösteriş) ibadetlerimizi saran ince ve sinsi bir hastalıktır. Dünyaya ait gerek maddi gerek manevi bir menfaat elde etmek için dini istismar etmek, onu alet ve vasıta olarak kullanmak İslamiyet’e göre riya ve gösteriş sayılmaktadır. Riyakâr kişinin söz ve davranışlarındaki sa­mimiyetsizliği diğer insanlar tarafından kısa zamanda anlaşılır. Bu tip insan­lara kimse güvenmez. Riyanın her çeşidi ahlaksızlıktır. Ancak ibadetlerde ri­yakar olmak çok daha büyük bir ahlaksızlıktır. Rasulullah Efendimiz: "Mu­hakkak ki sizin için en çok korktuğum şey küçük şirk, yani riya (göste­riş)"dir buyurmuştur

Cenab-ı Hak: "Ey iman edenler! Allah'a ve ahiret gününe inanmadı­ğı halde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi sa­dakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarma­yın..."buyurmuştur

4. 4. Kolaylık ve Güç Yetirebilirlik

İbadetler dinin asıl unsurlarından biri olduğu için Allah'a inanan ve İslam benimseyen herkesin onları yerine getirmesi kural olarak istenir. Her ibadet ~ ölçüde bir külfet ve mahrumiyet içerse de bu dini n genel telkinleri kolay­lığa katlanılabilecek bir durumdur. Kuran'da ve hadislerde çeşitli ibadet­

ere atıfta bulunularak dinde zorlaştırmanın bulunmadığı, kolaylaştırmanın esas alındığı, insana gücünün üzerinde bir külfet yükletilmediği hatırlatılır. Cenab-ı Hak Kur'an'ı Kerim'de: "...Allah size kolaylık diler, zorluk dile­mez.Ey Muhammed! Biz Kuran'ı sana sıkıntı çekesin diye değil, ancak (Allah'ın azabından) korkacaklara bir öğüt (bir uyarı) olsun diye indirdik

ÜNİTE 3 ÖĞRENME ALANI: HZ. MUHAMMED

KUR’AN’A GÖRE HZ. MUHAMMED

1. Hz. Muhammed Bir İnsandır.

2. Hz. Muhammed Bir Peygamberdir.

3. Hz. Muhammed Kur’an-ı Kerim’i Açıklayıcıdır.

4. Hz. Muhammed Uyarıcıdır.

5. Hz. Muhammed İnsanlığa Bir Rahmettir

1. HZ. MUHAMMED BİR İNSANDIR

İslam Allah'ın insanlara gerçekleri öğretmek, dünya ve ahirette mutlu olmalarını göstermek amacıyla gönderdiği dinlerin en mükemmeli ve so­nuncusudur. İnsanlığı mutluluğa ulaştıracak olan bu dinin kaynağı ise şüp­hesiz Kur'an-ı Kerim'dir. Ancak bu yüce kitabı tam manasıyla anlayabilmek onu bize tebliğ eden ve hayatında tam manasıyla uygulayan Hz. Muhammedin çok iyi tanınması gerekir. Öyle ise bizim Hz. Peygamber' i tanımak için başvuracağımız en temel kaynak, Kur'an olmalıdır.

AIIah'ın Rasulü, peygamberliğinden önce bir insandır. Kur'an-ı Kerim peygam­berlerin birer insan olduklarını, onların diğer insanlardan tek farklarının kendilerine vahyin gelmiş olması olduğunu vurgulamaktadır. Kuran'da Hz. Muhammed ile ilgili ayetlere baktığımızda açık ve net olarak şunu görürüz. Peygamber bir insandır. Onun insan (beşer) oluşu diğer tüm insanla­rın beşeriyeti gibidir, Bunun böyle olduğunu Kur'an'ın şu ayetinde açıkça gör­mek mümkündür: "De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım."

Rasulullah kırk yaşına kadar sade bir hayat yaşamıştır. O zamana kadar herkes nasıl yaşıyorsa, o da öyle davranıyordu. Hayvan otlatmasından tutu­nda uluslararası ticarete kadar birçok iş yapmış, geçimini temin niçin çalışmıştır. Evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuştu. Kırk yaşında peygamberlik gö­revi verildiğinde melekleşmemiş, yine insan olarak ortaya çıkmıştı; diğer in­sanlar gibi yemek yiyor, çarşı, pazar dolaşıp geziniyordu.

Ne var ki insanların birçoğu kendilerinden pek farkı olmayan birisinin pey­gamber olabileceğini anlayamamışlar, peygamberi harikulade işlere gücü yeten, gaybı bilen, tabiata söz geçirebilen, insanüstü niteliklere sahip bir varlık olarak algılamışlar ve peygamberlerden böyle şeyler talep etmişlerdir. Bu talepleri karşısında peygamberin beşeri bir elçi olduğunu hatırlatarak bunla­rı reddetmesi sonucunda ise hayrete düşüp peygamberi inkara kalkışmışlar­dır. Oysa Allah peygamberlerini daima insanların içinden seçmiştir. Allah bu sünnetini şöyle açıklamaktadır: "Senden öncede ancak kendilerine vah­yettiğimiz birtakım erkekleri peygamber gönderdik. Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun." Peygamberlerin melek türünden ya da üstün yaratıklardan olmadığı, gaybı bilmedikleri defalarca vurgulandığı gibi onların da diğer insanlar gibi beşeri duygu ve zaaflara sahip oldukları da belirtilmiştir

Hz. Peygamberin bir insan olduğunu söylerken bunu mutlak manaya ala­rak onu sıradan bir insan saymak yanlış olur. Zira Hz. Peygamber insan ol­ması sebebiyle herkeste bulunan birtakım özelliklere en üst düzeyde sahip­tir. Hz. Peygamber'e insanüstü birtakım özellikler, olaylar atfetmek nasıl yanlışsa, onu sıradan bir insan konumuna indirgemek de o derece yanlıştır. Biz sevgili Peygamberimizi en doğru şekilde tanımak istiyorsak Kuran'ın or­taya koyduğu ölçüler içerisinde değerlendirmemiz, bize gelen haberleri de Kur'an kriterinden geçirmemiz gerekir

2. HZ. MUHAMMED BİR PEYGAMBERDİR

İnsanlığa doğru yolu göstermek de Yüce Allah, yaratılıştan bu yana gönderdiği peygamberlerden biri Hz. Muhammed'i 610. yılında insanlara uyarı­cı ve elçi olarak görevlendirmiştir. "Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinizin babası değildir. Fakat o, Allah'ın Rasulü ve nebilerin sonuncu­ Allah her şeyi hakkıyla bilendir

Muhammed kendi toplumu içerisinde El-Emin sıfatıyla tanınıyor ve biliniyordu. Onların arasında yaşıyor ve belli sosyal olaylara katılıyordu. Yardımsever, cömert, olması, akrabayı gözetme­si gibi birtakım güzel sıfatlara sahipti. Ama temelde o da diğer insanlardan farksızdı. O’nu diğerlerinden farklı kılan, 610 yılında Hira Mağarası'nda Alak suresinin ilk beş ayeti ile başlayan vahyi alması ve peygamber olmasıdır.

De ki: Eğer Allah dileseydi ben size onu okumazdım. Allah da size onu bildirmezdi. Ben sizin aranızda bundan (Ku­ranın inişinden) önce (kırk yıllık) bir ömür yaşadım. Hiç düşünmüyor musunuz?

Bu ayete göre Mekkeliler, Peygamber’i o kadar kendilerinden saymışlar­ kendi içlerinden birinin böyle bir iddiada bulunmasına tepki gösterdiler. İnsanlar ona bütün pey­ ere söylendiği gibi deli, şair, sihirbaz diyorlardı. O ise bir insan olma­sından ötürü, onların bu tepkileri karşısında bazen bunalıyor, zor durumlarda kalıyordu. Onun başarısız olmasına yol açabilecek bu gibi durumlarda peygamberlerini korumayı üzerine alan Allah doğrudan hitaplarla Hz. Muhammede güven veriyordu. Kuran’da peygamberliği boyunca kendini yalnız hissetmemesi; güven duyması ve rahatlaması için onun peygamberliği belli = süreç içinde vurgulanmıştı

Hz. Muhammed peygamberlik görevini yerine getirirken değişik insanlar­ muhatap oluyor, farklı kişilerden çeşitli tepkiler alıyordu.

" (Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kuran'a and olsun ki sen elbette dosdoğru bir yol üzere (peygamber) gönderi­lenlerdensin

3. HZ. MUHAMMED KUR'AN.I KERİM' i AÇIKLAYICIDIR

Hz. Peygamber'i bizlere en doğru ve en açık bir şekilde tanıtan kutsal i­tabımız Kuran'dır. Rasulullah'ın fonk­siyonu ayetleri insanlara okumak, on­lara hikmeti öğretmek, onları kötülük­lerden arındırmaktır. O'nun görevi sa­dece ayetleri ulaştırmak değildir

Rasulullah Allah'ın kendisine indirdiği ayetleri açıklamak, duyurmak ve uygulamakla yükümlü idi. Kur'an-ı Kerim bu gerçeği şöyle ifade etmekte dir. (O peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik, insan kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmen için sana bu Kuran'ı: indirdik.", "Sana kitabı ancak. ayrılığa düştüğü şeyleri onlara açıklaman için ve iman eden bir topluma doğru yolu gös­terici ve rahmet olarak indirdik

4. HZ. MUHAMMED UYARICIDIR

Hz. Muhammed'in peygamberlikle kazandığı özelliklerinden biri de bir müjdeci ve uyarıcı olmasıdır. Bu sıfatlar Hz Peygamber'in vahiyle paylaştığı ortak niteliklerdir. Allah, peygamberliğin temel felsefesini ve ana temasını şöyle açıklar

"Biz, peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak gön­deririz. inkar edenler ise, hakkı batılla çürütmek için mücadele ederler. Ayetlerimizi ve kendilerine yapılan uyarıları alaya alırlar."

Hz. Peygamber kendini, düşman ordusunun gelmekte olduğunu görüp haber veren ve onları bu konuda uyaran kimseye benzetmiştir. Müjdeci ve uyarıcı olmak her peygamberin vasfıdır. Ayrıca bu vasıf onla­rın gönderiliş felsefesinin odak noktasıdır. Hiç şüphesiz peygamberlerin müjdeci ve uyarıcı olmaları onların peygamberlikle kazandıkları bir nitelik olup ilahı mesajın insanlara ulaştırılması çerçevesinde bütün inananları bağlayan bir yükümlülüktür. Davet görevi ve insanları uyarmak elbette ki zor bir görevdir. Hz Peygamber bu görevi yüklendiğinde ilk kez yakın çevresin­den başlamıştı. Çünkü vahiy ona şöyle. emretmişti: "(Önce) en yakın akrabanı uyar. "Eşi Hz Hatice, amca çocuğu Ali, Zeyd, eskimez ve sadık arka­daşı Hz Ebu Bekir... Bunlar iman çağrısına ilk "evet" diyen kimselerdi. Mek­ke'de ki büyük çoğunluk çağrının niteliği aydınlandıkça karşı tarafta yer al­mıştı. ilk olumsuz tepki hiç beklenmedik bir şekilde Ebu Leheb lakaplı am­cadan geldi

5. HZ. MUHAMMED İNSANLIĞA BİR RAHMETTİR

Hz., Muhammed'in son peygamber olması sebebiyle diğer peygamberler­den farklı olan bazı yönleri vardır. Kendisinden sonra peygamber gelmeye­ceği için O'nun peygamberliği bütün insanlaradır. "(Ey Muhammed) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." ayeti bunu teyit etmektedir Hâlbuki diğer peygamberler, sadece kendi milletlerine veya içinde yaşa­dıkları toplumlara gönderilmişlerdir. Nihayet son peygamber Hz. Muham­med bütün insanlığa gönderilmiştir. Zira ondan sonra herhangi bir peygam­ber gelmeyecektir. Dolayısıyla onun tebliğ ettiği ilahi hükümler, sadece bir kavmin kurtuluş ve saadetine değil, bütün yaratılmışların iyiliğine ve yararı­nadır. Hz. Peygamber'in insanlığa rahmet olması, kendi çağında yaşayan ve ondan sonra gelen tüm insanlık ailesinedir. ,Kendisine vahiy ulaşıp da O'nun ışığıyla aydınlananlar için gerçek bir rahmet, kendisine henüz vahiy ulaşmamış olanlar için ise potansiyel bir rahmettir

ÜNİTE 4 ÖĞRENME ALANI: VAHİY VE AKIL

KUR’AN VE YORUMU

1. Kur’an’ın Temel Amaçları

1.1. Doğru Bilgi

1.2. Doğru İnanç

1.3. Doğru Davranış

2. Kur’an-ı Kerim’i Okumak

2.1. Kuran’ı Yüzünden Okumak

2.2. Kur’an’ın Tercümesini (Meâl) Okumak

3. Kur’an’ı Anlamak ve Yorumlamak

3.1. Kur’an Anlaşılmak İçin İndirilmiştir.

3.2. Kur’an’ı Anlama ve Yorumlamada Temel İlkeler

KİTAP İNANCI

İslam’ın inanç esaslarından biri de kitaplara inanmaktır. Yüce Allah'a ve meleklere inanan bir kimse ilahî kitaplara da inanmakla yü­kümlüdür

Kutsal kitabımız Kuran-ı kerim, dört ilahî kitaptan bindir. Diğerleri; Tevrat, Zebur ve İncil'dir. Bizler Müslüman olarak tüm ilahî kitaplara ve bu kitapların Allah tarafından gönderildiğine iman ederiz. '" Yüce Allah bu kitapları göndererek insana olan ilgisini göstermiş ayrıca in­sanların ilahî ilkelere uyarak olgunlaşmasını amaçlamıştır.

Kutsal kitaplar bizim için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Bu kitaplar, bize nasıl yasayacağımızı, insanlarla uyumlu geçinmenin önemini ve güzel ahlak sahibi olmanın yollarını öğretir. Kitaplar aynı zamanda nelere, nasıl inanacağımızı ve ne şekilde ibadet edeceğimizi de bildi­rir. Bu yüzden Allah'ın kitaplarında yer alan emir ve yasaklar, insanla­rın iyiliği, huzur ve mutluluğu için yazılmış birer reçete gibidir.

Vahyin Geliş Şekilleri

a-Cebrail’in Kendi suretiyle getirdiği vahiy

b-Cebrail’in İnsan şekline girerek getirdiği vahiy

c-Sadık Rüyalar ile gelen vahiy

d-Bizzat Allah’tan alınan Vahiy

e-Çıngırak sesi ile gelen vahiy

f-ilham yolu ile gelen vahiy

Kitap:Sistemli ve hacimli eserlerdir.

Suhuf:Sadece belli konuları içeren eserlerdir

KENDİNE KİTAP VE SUHUF VERİLEN PEYGAMBERLER

Tevrat

Hz.Musa

(AS)

Hz.Adem

(AS)

10 sayfa

Zebur

Hz.Davud

(AS)

Hz.Şit

(AS)

50 sayfa

İncil

Hz.İsa

(AS)

Hz.İdris

(AS)

30 sayfa

Kur'an-ı Kerim

Hz.Muhammed

(AS)

Hz.İbrahim

(AS)

10 sayfa

KUR'AN-I KERİMİN KONULARI

1-İnanç esasları

2-İbadetler

a-Allaha karşı olan ibadetler

b-insanların kendi aralarındaki ilişkileri düzenleyen davranışlar.

3-Dualar

4-Ceza ve mükafatlar

5-Ahiret ve evren ile ilgili konular

6-Geçmiş milletlerin hikayeleri

KUR'AN-I KERİMİN ÖZELLİKLERİ

1-Dili Arapça dır.

2-Sözü ve manasıyla mucizedir.

3-23 yılda parça parça inmiştir.

4-Peygamber zamanında yazılıp ezberlenmiştir.

5-Allah tarafından korunma sözü verilmiştir.

Kur'an-ı Kerimi diğer kitaplardan ayıran özellikler

a-Dili Arapça dır.Başka dile meal olarak aktarılır.

a-Başka dile tercüme edilebilir.

b-Sözü ve manasıyla mucizedir.

b-Sözü ve manasıyla mucize değildir.

c-23 yılda parça parça inmiştir.

c-Toplu olarak bir defada inmiştir.

d-Peygamber zamanında yazılıp ezberlenmiştir.

d-Peygamber zamanında yazılıp ezberlenmemiştir.

e-Allah tarafından korunma sözü verilmiştir.

e-Allah tarafından korunma sözü verilmemiştir.

f-Peygamberin hayatından ve ölümünden bahsetmez

f-Peygamberin hayatından ve ölümünden bahseder.

g-Bahsettiği konularda teferruata girmez

g-Bahsettiği konularda teferruata girer.

h-Kıyamete kadar insanların ihtiyacına cevap verir.

h-Asıl metinleri bozulduğundan hükümleri kalkmıştır.

Kitaplara imanın insana faydaları.

a-Allahın emir ve yasaklarını öğrenmek için,

b-Kötü davranışlar karşısında tembihle davranışların düzeltilmesinden dolayı,

c-İslam’ın emir ve yasaklarını , ibadetler konusunu belirttiğinden dolayı,

d-Geçmiş milletlerin başından geçen olaylardan ibret alınması için,

e-Allahın kabul edeceği duaları içerdiğinden,

f-Ahirete dair ve gelecek ile ilgili bilgiler içerdiğinden insanlara fayda sağlar.

Kur'an-ı Kerim'in Yazılması ve Mushaf Haline Getirilmesi
Kur'an ayetleri geldikçe Peygamberimiz (s.a.s.), vahiy katiplerini çağırır, ayetleri hangi surenin, neresine yazılacağını gösterirdi. Vahiy katipleri de gösterildiği gibi yazarlardı. Nazil olan ayetleri Ashab-ı Kiram okur ve birçoğu da ezberlerdi. Böylece Kur'an-ı Kerim, Peygamberimizden günümüze dek hem yazılarak, hem de ezberlenerek muhafaza edilmiştir.
Peygamberimizin sağlığında ayetler inmeye devam ettiği için Kur'an'ın yazıldığı sahifeler Mushaf haline getirilememişti. Kur'an, vahyin sona ermesiyle tamam oldu.
Peygamberimiz (s.a.s.) in vefatından sonra Halife olan Hz. Ebu Bekir, ashabın ileri gelenlerinden bir komisyon kurdu. Halife Hz.Ebu Bekir zamanında bir savaşta 70 e yakın hafızın şehit olması sonucu Hz. Ömer’in teklifiyle Kur'an ayetleri Zeyd b. Sabit başkanlığındaki bir komisyon tarafından bir araya getirildi ve tekrar yazıldı .Kur'an sahifelerinin bir araya toplanarak kitap haline getirilmiş şekline "Mushaf" denir.

Hz.Osman zamanında Arap kabileleri arasında lehçe farklılıkları sebebiyle Çıkan anlaşmazlıklar neticesinde 7 adet çoğaltılarak belli merkezlere gönderildi.

Kur'an-ı Kerim'e Karşı Görevlerimiz
1) Her Müslüman, Kur'an-ı Kerim'in Allah'ın sözü olduğunu bilmeli ve tecvit kurallarına uygun olarak Kur’anı yanlışsız okumalıdır.
2) Kur'an-ı Kerim'i abdestli olarak eline alıp "Eûzü-besmele" ile okumaya başlamalıdır. Kuran’ı okurken mümkünse kıbleye karşı dönmeli ve son derece edepli, saygılı olmalı ve anlamını öğrenmeye çalışmalıdır.
3) Kur'an-ı Kerim, temiz yerlerde okunmalı; başka işlerle meşgul olup, dinlemeyen kimselerin yanında ve pis yerlerde okunmamalıdır.
4) Kur'an-ı Kerim, yüksek ve temiz yerlerde bulundurulmalı, hürmetsizlik sayılacak yerlere konulmamalıdır.
5) Kur'an'ın yap dediklerini yapmalı, yapma dediklerinden sakınmalı, Kur'an'ın ahlak ilkelerine uygun hareket etmelidir.

Kur'an Okumanın Fazileti Hakkında Peygamberimizin Mübarek Sözleri:

"Sizin en hayırlınız, Kur'an-ı öğrenen ve öğretendir."

"Kim Allah'ın kitabı Kur'an'dan bir harf okursa onun için bir sevap vardır. Her sevabın karşılığı da on kat verilecektir."

"Kim Allah'ın kitabı Kur'andan bir ayet dinlerse, ona kat-kat sevap verilir. Kim de Allah'ın kitabından bir ayet okursa kıyamet gününde kendisine nur olur."

"Kur'an okuyunuz. Çünkü o, kıyamet günü okuyanlara şefaat edecektir."

"Kim Kur'an-ı Kerim'i okur ve onunla amel ederse, kıyamet günü onun anne ve babasına öyle bir taç giydirilir ki, onun aydınlığı dünyada evlere vuran güneş ışığından daha parlaktır. Artık siz bununla amel edenin sevabını hesap edin."

KUR’ANIN İÇ DÜZENİ İLE İLGİLİ KAVRAMLAR

a-Mushaf Ne demektir?
Kur’an-ı Kerim’in, Fatiha Sûresi ile başlayıp Nâs Sûresi ile bittiği şekliyle iki kapak arasında toplanmış haline mushaf denir.

b-Ayet Nedir?
Kur’an-ı Kerim’de durak işaretleri arasındaki cümle ya da ifadelerdir.

c-Sûre Nedir?
Kur’an’ın, birbirinden besmele ile ayrılan her bir bölümüdür

d-Cüz Nedir?

Kuranın 20 şer sayfasından oluşan bölümlerdir. 30 cüz vardır

KUR’ANIN OKUNMASI İLE İLGİLİ KAVRAMLAR

a-Tecvid Nedir?

Kuranı usul ve adabına göre belli kurallara göre okumaya denir

b-Mukabele Nedir?

Ramazan ayında günde 1 cüz (20 sayfa) okunmak suretiyle kuranın hatmedilmesidir.

c-Hatim Nedir?

Kuranın baştan sona okunmasına denir

d-Hafız nedir?

Kuranı baştan sona kadar usul ve adabına göre ezberleyen kimsedir.

KUR’ANIN ANLAŞILMASI VE YORUMLANMASI İLE İLGİLİ KAVRAMLAR

a-Meal Nedir?

Kuranın Başka dillere yakın anlamlarıyla çevrilmesidir.

b-Tefsir Nedir?

Kuran Ayetlerinin bilgi ve teknolojinin ışığında çağın gereklerine göre yorumlanmasıdır.

KUR’AN HAKKINDA BAZI AYETLER

SÖZLERİN EN GÜZELİDİR

Onlar, sözün en güzeline iletilmişlerdir ve övülen doğru yola iletilmişlerdir. (Hac Suresi, 24)

Allah, müteşabih (benzeşmeli), ikişerli bir kitap olarak sözün en güzelini indirdi. Rablerine karşı içleri titreyerek-korkanların O'ndan derileri ürperir. Sonra onların derileri ve kalpleri Allah'ın zikrine (karşı) yumuşar-yatışır. İşte bu, Allah'ın yol göstermesidir, onunla dilediğini hidayete erdirir. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için de bir yol gösterici yoktur. (Zümer Suresi, 23)



DOĞRUYU YANLIŞTAN AYIRIR

Bundan (Kur'an'dan) önce (onlar) insanlar için bir hidayet idiler. Doğruyu yanlıştan ayıran (Furkan)ı da indirdi. Gerçek şu ki, Allah'ın ayetlerini inkar edenler için şiddetli bir azab vardır. Allah güçlüdür, intikam alıcıdır. (Al-i İmran Suresi, 4)

Alemlere uyarıcı olsun diye, kuluna Furkan'ı indiren (Allah) ne yücedir. (Furkan Suresi, 1)



DOĞRUYA GÖTÜRÜR, YOL GÖSTERİR

Sen onların dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olacak değillerdir. De ki: "Şüphesiz doğru yol, Allah'ın (gösterdiği) yoludur." Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (arzu ve tutku) larına uyacak olursan, senin için Allah'tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı. (Bakara Suresi, 120)

Ramazan ayı... İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur'an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahit olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah'ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz. (Bakara Suresi, 185)


MÜMİNLERE FARZ KILINMIŞTIR

Şüphesiz, sana Kur'an'ı farz kılan, seni dönülecek yere elbette döndürecektir. De ki: "Rabbim, hidayetle geleni de, açıkça bir sapıklık içinde olanı da daha iyi bilmektedir." (Kasas Suresi, 85)

ADALETLE HÜKMETMEYİ EMREDER

Allah rızkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün kılınanlar, rızklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde çevirip-verici değildirler. Şimdi Allah'ın nimetini inkar mı ediyorlar? (Nahl Suresi, 71)

Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "Hayır olarak infak edeceğiniz şey, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır. Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir." (Bakara Suresi, 215)

ÜNİTE 5 ÖĞRENME ALANI: AHLÂK VE DEĞERLER

HAKLAR, ÖZGÜRLÜKLER VE DİN

1. Hak ve Özgürlük Kavramları

2. Bazı Haklar, Özgürlükler ve Din

2.1. Yaşama Hakkı

2.2. Sağlık Hakkı

2.3. Eğitim Hakkı

2.4. Düşünce Özgürlüğü

2.5. İnanç Özgürlüğü

2.6. İbadet Hakkı

2.7. Özel Yaşamın Gizliliği Hakkı

2.8. Ekonomik Haklar

3. Hak ve Özgürlüklerin Kullanımı

4. Hak ve Özgürlüklerin Kullanımını Engelleyen Alışkanlıklar

5. Hukukun Üstünlüğü

6. Kul Hakkı Yemek Büyük Günahtır.

1. Hak ve Özgürlük Kavramları

Hak :Allah Tealanın insanların yaşamları boyunca kendilerine yüklenen sorumluluklara ve kendilerine sağlanan bazı özgürlüklere hak deniz. Hak kelimesinin çoğulu hukuk tur. Bu hak ve özgürlükler İslam’ın emir ve yasakları dairesinde değerlendirilir.

İslam, getirmiş olduğu inanç sistemi yanında bir takım kurallar ve ölçüler de içeren bir dindir. Allah insanlara, yaşamlarını sürdürürken bu kurallara uymalarını emretmiştir.

Yüce Allah'ın insanların uyması için koyduğu kurallar olan emir ve yasaklar, onları hem dünya da hem de ahirette mutlu ve huzurlu kıl­mak için konulmuştur.

İslam’da emir ve yasaklar:

a-İnsan hürriyeti ve sınırları: İnsanın cüz-i iradesi vardır. İnsan bu iradesi ile hayatını düzenler, karşılığında sevap veya günah olarak amel defterine kaydedilir. İnsanın yaşadığı her yerde bir düzen ve disiplin vardır. Bu disiplin insanların toplum içinde birlikte yaşamasının bir gereği olarak insanların bazı davranışlarını kısıtlar. Bu disiplin kuralları ya Allahın koyduğu kurallar ile yada insanların kendi yaptıkları kurallar ile olur. en ilkel toplumda bile insan sonsuz hürriyete sahip değildir. Kur’anda İnsan başıboş bırakılacağını mı? sanıyor” (kıyamet 36) buyuran Yüce Allah insanın kendi başına bırakılmadığını , davranışlarının belli kurallara bağlandığını vurgular. İnsanın hür oluşu , hareketlerindeki sonsuz serbestlik değil Aksine nefsinin emrinden kurtulup aklının emrine girmesi ve aklında hür oluşudur.İslam dini birtakım sınırlamalarla insanı zora sokmayı değil daha mutlu ve özgür olmasını sağlamayı amaçlar.

b- Helaller ve haramlar: İslam dini dünyadaki bazı hallerin yapılmasını helal saymış ve uygulamasını serbest bırakmış, bazılarını da yasaklayıp haram saymıştır. .İnsanlar için zararlı olanlar haram, faydalı olanlar ise helal kılınmıştır. Peygamberimiz Allah bazı şeyleri farz kılmıştır; bunları kaçırmayın. Bazı sınırlar koymuştur; bu sınırları aşmayın. Bazı şeyleri haram kılmıştır , bunlarıda işlemeyin.”( Buhari) buyurarak insanın hangi ölçü ile davranacağına işaret etmiştir.

Helaller ve haramları birbirinden ayıran ölçü: İslam’ın ruhuna aykırı olmayan yani İslam uygun olanlar ve Allahın rızasını kazandıranlar helal , diğerleri ise haramdır

2. Bazı Haklar, Özgürlükler

2.1. Yaşama Hakkı :

Her insan doğmaya ve huzurlu bir hayat sürmeye hakkı vardır. Herhangi bir gerekçe ile kişinin hayatının sona erdirilmesi dine uygun değildir.” Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî olarak kalacağı cehennemdir. Allah ona gazab ve lanet etmiş ve onun için büyük bir azab hazırlamıştır” Nisa 93

““Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır.” Maide 32 buyrularak bu husustaki sınır çizilmiştir

Dinimizde sıhhi şartlar hariç Kürtaj , ötenazi ve intihar kabul edilemez. Ancak idam cezaları hukuki bir durumdur ve ayetle (kısas) izin verilmiştir. Fakat idam da öldürme yerine yaşaması tercih edilir.(Kısas isteyenin rızası alınarak)

2.2. Sağlık Hakkı :

Her insan sağlıklı temiz ve güvenli bir ortamda yaşama hakkına sahiptir. Bu ortamı hazırlamak önce aileye sonra devlete düşer. Birey Bu ortama kendine düşen yükümlülük oranında katkıda bulunur.Kuranda ““Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır.” Maide 32 buyrularak bu husustaki sınır çizilmiştir

2.3. Eğitim Hakkı

İslam’ın İlk emri OKU ile başlamıştır. Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı “alak” dan yarattı Oku! Senin Rabbin en cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir. ”Alak 1-5 başka bir ayette “Hiç bilenle bilmeyenler bir olur mu?” Zümer 9 buyrulur.

“İlim Çinde de olsa onu arayıp alınız” hadisinde vurgulandığı gibi zahmetli arayışlarda olda ilme ulaşmak için çaba göstermek gerekir.

2.4. Düşünce Özgürlüğü

İslam dini Müslümanların gönüllerinden diğer din mensuplarına karşı duyulacak kin ve nefret hislerini gidermiştir. Kur’an-ı Kerim insanların farklı düşünmelerini Allahın yaratılış kanunlarına uygun olduğunu açıklar. “ Eğer Rabbin dileseydi insanları tek bir ümmet yapardı ..” ( Hud 118-119) “ Sen ne kadar arzu etsende insanların çoğu iman etmezler.” (Yusuf 103) Yüce Allah insanları yaratırken farklı özelliklerde ve yeteneklerde yaratılmıştır. Bu farklılıklar insanın gelişebilmesi için düşünce ve vicdan hürriyetinin olması gerekmektedir. Düşünce vicdan özgürlüğü terimleri düşünülen ve inanılan şeylerin kanunlar ve insan hakları çerçevesinde sözlü ve yazılı olarak dile getirebilmesidir. İnsanların bu özgürlüğü birbirleri üzerindeki kul hakları ile sınırlıdır. Bu sınırı Allah çizer. Düşünce özgürlüğü temel konuşma ve yazma özgürlüğüdür. Bunların olmadığı toplumlarda düşünce özgürlüğünden bahsedilemez.İslam’ a göre iman ve amel gösterişten uzak , kul ile Allah arasında ki bir antlaşmanın gereğidir. Bu antlaşmaya engel olmak , müdahale etmek insanı münafıklığa iter. İman ve amel görünüşten ibaret kalır. Halbuki İslam dini insanlara hitap ederek müslüman olmayan bir kişinin zorla başka dine girmesinin bahsi dahi olamayacağını açıkça Kur’an da vurgular

2.5. İnanç Özgürlüğü

. *"Dinde zorlama yoktur... Artık hak ile batıl birbirinden ayrılmıştır. " (Bakara 256) Din de zorlamanın olmayışı inanmayanlar içindir. Hiç bir Müslüman inanmayan bir kişiye İslam’a girmek için zorlamada bulunamaz. Ancak ona İslam dini tebliğ edilir. Bu inanmayan kişi eğer İslam devletinde yaşıyorsa ona üç seçenek sunulur .Bunlar:

a-Müslüman olup Müslümanların yararlandığı haklardan yararlanması istenir ,

b-Kendi dininde kalacaksa Müslümanları rencide edici davranışlardan kaçınarak , Zımmi ( Ürettiği ve sahip olduğu malların yarısını devlete veren ) kişi olup haraç vermesi istenir.

c-Hiç birini de kabul etmezse İslam ülkesini terk etmesi istenir. Peygamberimizin (sav) Hayber kalesinin fethinde Yahudiler 2. seçeneği kabul etmişler, Mekke’nin fethinde Mekkeliler 1.seçeneği kabul ettiler, Beni Kureyza ,Beni Kaynuka ve Beni Kureyza Yahudileri 3.seçeneği kabul ettiler. “ Kim bir zımmiyi cezalandırırsa ben onun hasmıyım Ben bu dünyada hasın olduğum kişiye ahirette de hasım olurum. buyuran peygamberimiz sav. zımmilerin haklarına sırf bizimle aynı dini paylaşmıyorlar diye haksızlık edilmesini yasaklamıştır.

Dinde zorlama inananlar için vardır. Eğer bir müslüman İslamı kabul ettikten sonra dinin emir ve yasaklarına uymuyorsa devlet idarecileri ve hakimler dindeki yasak hükümlerine göre hüküm verebilirler.

Çünkü Allah Kur'anda Peygamberimiz hadislerinde ve İslam Alimleri İctihatlarında bu emir ve yasakları en detaylı bir şekilde açıklamışlardır. *"De ki ! Gerçek Rabbanız’dan dır. Dileyen inansın , dileyen inkar etsin " (Kehf 29)

Emr-i bil Ma'ruf Nehy-i ani'l Münker ( İyiliği emredip kötülükten uzaklaştırma ) "Sizden biriniz bir kötülük gördüğünde onu eliyle düzeltsin, buna gücü yetmezse dili ile ikna etsin, bunada gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. Bu sonuncusu imanın en zayıf olanıdır." (hadis)

hadiste de belirtildiği gibi Müslümanların uymak ve uygulamak zorunda olduğu İslam’ın temel prensiplerindendir. Bu prensip şöyle uygulanır.

- Elle düzeltme :-a -cihad b- alıkoyma c-teşvik

- Dil ile ikna:

- Kalp ile buğz : a- dua b- beddua

İnsan tabiatını çok iyi bilen peygamberimiz vicdan özgürlüğünü en çok koruyandır. Alemlere rahmet olan gönderilen bir peygamberin düşüncenin önüne set germesi söz konusu bile değildir. Mekke’de kendisine ve diğer inananlara zulmedenlere karşı , fetihten sanra intikam hisleriyle yaklaşmamış , hatta amcası Hz. Hamza’yı öldüren Ebu Süfyan’ın karısı hind’i bile affetmiştir.

Kişinin dini inancını yaymak üzere başkalarına tebliğ ve telkinde bulunabilmesi inancın izharı çerçevesinde düşünce, vicdan ve din özgürlüğü kapsamına girer.

2.6. İbadet Hakkı

Din ve vicdan özgürlüğü sadece bireylerin inançlarını ve vicdani kanaatlerini güvence altına almakla gerçekleşmiş olmaz, ayrıca mü’minlerin gerek bireysel-mahrem hayatlarında gerekse toplumsal ilişkilerinde dini inançlarının gerektirdiği şekilde davranma özgürlüklerini de içerir.

Dinin gerekleri bireysel ya da toplu ibadetler ve dini ayinlerden oluşur. Ayrıca, dinin inanan kişiyle yüklediği toplum hayatıyla ilgili ödevler de bu çerçevede düşünülmelidir. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesindeki anlamıyla din ve vicdan hürriyeti, kimsenin dini ayin törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaması; dini inanç ve kanaatlerinden ve dini inancın gereklerini yerine getirip getirmemesinden dolayı kınanamayıp suçlanamamasıdır. Düşünce, vicdan ve din hürriyeti’ni önce inanç özürlüğü, akabinde ise dini inancını töre, öğretim uygulamalar ve ayinlere katılma yolu ile açıklama özgürlüğü olarak tanımlamak mümkündür .

Maddenin 1. Fıkrası, düşünce, din ve vicdan hürriyetinin kapsamını belirlemekte ve herkese düşünce, din ve vicdan hürriyetine sahip olma hakkını tanımaktadır. Birinci cümledeki bu hak, mutlaktır. Herhangi bir sınırlamaya tabi tutulamaz. Devletler bu hakka mutlak şekilde saygılı olmakla yükümlüdürler.

Bu noktada din ve vicdan hürriyeti, kişiye bağlı dokunulmaz bir haktır. Nasıl düşünce hürriyeti, aynı zamanda düşünceyi ifade etme özgürlüğünü beraberinde getirdiğinden bir bireye “düşünebilirsin ama özgürce ifade edemezsin “ denemiyorsa, din ve vicdan hürriyeti de, inanma ve inandığını, kamu düzenine aykırı olmamak kaydıyla uygulama hakkında beraberinde getirir. İnanç, zaten insanın içinde olduğu için müdahale edilmesine fiilen imkan bulunmamaktadır. Bu durumda inandığı gibi yaşama yani ibadet özgürlüğünün din ve vicdan hürriyetinin kapsamında olduğunda şüphe olmaması gerekmektedir.

2.7. Özel Yaşamın Gizliliği Hakkı

İslâm toplumunda insanlar, yuvalarından, özel hayatlarından ve kendilerinden emin olarak yaşarlar. Hangi sebeple olursa olsun, şahısların dokunulmazlığını çiğnemek, aile mahremiyetlerini ortadan kaldırıcı harekette bulunmak yasaklanmıştır. Hatta suçluyu bulmada bile olsa, insanların ayıplarını aramaya ruhsat verilmemiştir. Böyle bir hâl insanların dokunulmazlığının kalkmasına sebep teşkil etmemiştir. Islâm'a göre, hiç kimse iç görünüşüne göre takîbata uğramaz; dış görünüşüne göre cezalandırılır. Kimsenin görmediği yerde işlenen suçtan, ayıptan, zan ve tahminlere dayanarak ceza verilemez. Sadece suçlu işlediği suçu açığa vurduğu zaman yakalanır.

Kur'an-ı Kerîm'de: "Ey inananlar! Zandan kaçınınız, zira zannın çoğu günahtır. Bir kimsenin noksanını ve ayıbını araştırmayınız. " (el-Hucurât, 49/12) buyurulur. Bu ayette, insanların noksanlarının araştırılması, hatalarından bahsedilmesi, gizliden gizliye şahsî hayatındaki sırlara vâkıf olmaya çalışılması yasaklanmıştır. "Tecessüs etmeyin"den maksat; müminlerin eksikliklerini bulacağız, açık delil ve emareler elde ederek zan ve yakîn husule getireceğiz diye casus gibi inceden inceye yoklayıp araştırmayın da zâhiri olanı tutun. Allah'ın örttüğünü siz de örtün. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, VI, 4473) Zira insanların haysiyetine dokunan hareketlerden biri de başkalarının ayıplarını aramak, onları şurada burada söylemektir. Şeytan, insana kendi kusur ve ayıplarını unutturup bir tarafa bıraktırır, sonra başkasının ayıp ve kusurlarını araştırmaya sevk eder. Başkalarının eksiklerini araştırmaya kalkışmak da ahlâklı insanın işi değildir.

İslâm başkalarının ayıplarını, kusurlarını aramayı, halka tecessüs altında tutmayı şiddetle yasaklarken Müslüman’a da tecessüs ve tahkik hakkı vermemiştir. Bu sebeple bir Müslüman’ın evine girilip hâl ve durumu tecessüs edilemez. Kesin emirle tecessüsün yasaklanmasının sebebi; herkesin kendi evinde emniyet ve huzur içinde yaşamasını temin etmek; kişileri fitne ve fesâda sürüklememektir. Nitekim Hz. Peygamber: "Müslümanların ayıplarını, gizli hallerini araştırmaya çalışırsan, onları ifsâd eder veya ifsâda yaklaştırmış olursun " (Ebû Dâvûd, Edeb, 37) buyurmuştur.

İslâm’a göre, insan hususî meskeninde bir fenalık yapmış olsa, bunun evinin içinde kalması, hârice aksetmemesi, toplum arasında yayılmaması gerekmektedir. Bu sebeple izinsiz bir kimsenin evine girilmesi bile yasaklanmıştır.

Hz. Peygamber (s.a.s.) bir gün minbere çıkarak; ayıp araştıranların zayıf imanlı kişiler olduğuna işaret edip şöyle seslendi: "Ey diliyle Müslüman olup kalbiyle işlememiş olanlar gürûhu! Müslümanları üzmeyin, onları ayıplamayın ve onların kusurlarını araştırmayın. Şu bir gerçektir ki; her kim Müslüman kardeşinin ayıbını araştırırsa Allah da onun ayıbını meydana çıkarır ve Allah her kimin ayıbını meydana koyarsa, evinin içinde bile olsa onu kepâze eder. " (Tirmizî, Sünen, B. 84, 2101) Müslüman kardeşinin ayıplarını örten, bir ölüyü diriltmiş gibidir. " (Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58)

Ayıp ve kusur işleyen bazı kişiler vardır ki yaptıkları işlerin zararı açığa çıkmayıp, başkalarına sirâyet etmez. Böyle kişilerin şahsî kusurlarını, ayıplarını açığa çıkarmak, çeşitli mercilere şikâyet etmek doğru değildir. Şikâyet edip ayıp ve kusurları ortaya çıkartmakla sadece kişinin kendine ait olan günahı teşhis edilmiş ve fakat bir taraftan da ayıp işleyen kişi utandırılarak toplum içinde mahcup duruma düşürülmüş olur. Neticede o kişi, "zaten toplum beni biliyor" diye açıktan günah işlemeye itilmiş, işlenen ayıplar da normal hale gelmiş ve böylece de ayıp işlemek meşrulaştırılmış olur. Bu sebeplerden dolayı, kişilerin ayıp ve kusurlarını bulup onları toplumda teşhir etmek yerine, tatlı dille özel nasihatte bulunmak, çeşitli vesilelerle günah işlemesine mani olmak daha faydalı olur. Ancak, şahısları aşıp başkalarına ve topluma zararı dokunacak şekilde açığa çıkan ve insanlara zulüm getiren ayıplar, günahlar böyle değildir. Bunları önlemekte Müslümanların birbirlerine yardımcı olmaları ve kötülüğü birlikte yok etmeleri gerekmektedir

2.8. Ekonomik Haklar

Başkalarının emeğine saygı duymak; yapılan çalışmanın iyi değer­lendirilmesi ve karşılığının 7amamnda ödenmesi demektir. Emek kut­saldır, başkalarının emeğine saygı duymak gerekir.

Dinimiz emeğe saygı duyulmasın:, çalınana hakkının tam ve zama­nında verilmesini emreder, işçinin emeğine saygı göstermek işverenin borcudur, işveren, işçinin hakkını samanında ve tanı olarak vermeli, işçinin sıhhatini korumalı, iş güvenliğini sağlamalıdır. İşveren işçinin hayat seviyesini yükseltmeyi hedef almalıdır Peygamberimizin; "İşçileriniz sizin kardeşlerinizdir. Onlara yediğinizden yediriniz, giydiklerinizden giydiriniz, onlara kaldıramayacakları yükleri yüklemeyiniz, eğer yüklerseniz kendilerine yardım ediniz.sözü bize örnek olmalıdır.

Emeğine saygı gösterilmesi için işlinin de işverene karşı sorumlu­luğu vardır. O da işverene ve kendisine emanet edilen fabrikaya ve aletlere zarar vermemelidir. Peygamberimiz bu hususa şu sözleriyle dikkat çekmiştir: "Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve di­linden zarar görmeyen kimsedir."

Rasulullah (sav) buyurdular ki: "Allah Teala nazarında, bir kulun Allah tarafından yasaklanan kebirelerden sonra, beraberinde getirebileceği en büyük günahlardan biri, kişinin ödenecek karşılık bırakmadan üzerinde borç olduğu halde ölmesidir."

İslam dini, helal kazanmayı ve doğru söylemeyi teşvik eder. "Bu konuyla ilgili olarak sevgili Peygamberimiz, dürüst tüccarların ahirette çok büyük mükafata kavuşacaklarım şöyle belirtmiştir: "Doğru sözlü ve güvenilir tüccar, (ahirette) Peygamberlerle sıddıklarla (doğru sözlülerle) ve şehitlerle beraber bulunacaklardır."

Türkler ticaret hayatlarında bu ölçüleri hep göz önünde tutmuşlar­dır. Bu sebeple doğruluktan ayrılmamaya üzen göstermişlerdir. Atala­rımız iş ve ticaret hayatında son derece ahlaklı ve dürüst davranarak birbirlerine destek olmuşlardır.

DİĞER BAZI HAK VE ÖZGÜRLÜKLER

Dinin yaptırıcı gücü ve kaynağı : Yaptırıcı güç ; insana bir işi yapması veya yapmaması için zorlayan güçtür. Adli , ahlaki , sosyal , dini vs. yaptırıcı güçler bunlardan bazılarıdır. Bizi ahlaklı olmaya zorlayan ahlaki yaptırım gücüdür. Ahlak kurallarına uymadığımız zaman karşımıza hem toplumun baskısı hem de kendi vicdanımız ve ahlak şuurumuz çıkar. Dinin yaptırım gücü kaynağını Allah sevgisi ve korkusundan alır. Dinin kurallarına layıki ile inanan bir kişi Allah Tealanın yapılan bütün işlerin hesabını Ahirette soracağına inanan insan , davranışlarını bu inanca göre düzenler.

Vicdan - Şuur ilişkisi; İnsanın kendini tanıması , davranışlarını sorgulaması, insanda şuur adı verilen bir duygunun kazanılmasına yol açar, Şuurlu insan , zeki insandır, hareketlerini kontrollü yapar, düşünerek , emek sarf ederek yapar. Bu şuur psikolojik bir haldir. Şuurun ahlaki değer yargılarıyla eğitilmesi vicdanı doğurur. Vicdan ahlaki şuurdan ibarettir.

Vicdan ; İnsanın davranışlarını kontrol altında tutması ve hareketlerinin mukayesini yapmasıdır. Vicdan , kalbin iradenin etkisinde olursa , davranışlarda o nispette iyi olur. İnsanın hareketleri mutlaka ahlaki kurallara uygun olmalıdır. Nice akıl sahibi kişiler zeki insanlar , hırslarının esiri olmuşlar bilgilerini hep kötü yolda kullanmışlar bu yüzden bir çok insan zarar görmüştür. İnsanın kontrol eden kuvvet vicdandır, fakat vicdan kendi başına iyi ve kötüyü bilemez, vicdanın dini , ahlaki , örfi terbiyeden geçmesi gerekir.

AİLE DÜZENİ

Aile; toplumun temelim oluşturan, en küçük ve en önemli birimdir. Toplum çok sayıda aileden meydana gelir. Bu nedenle de aile toplu­mun temel taşıdır.

Ana-babaya karşı görevlerimiz :

1.) İyilikte bulunmak.

2.) İtaat etmek.

3.) Danışmak.

Peygamberimizin ana-baba hakkındaki görüşü :

“ Cennet anaların ayakları altındadır.”

Bir adam peygamberimize gelerek :” Ya Resulallah , halk içinde iyi davranmama en fazla layık olan kimdir? Diye sordu. Peygamberimiz “ Annendir.” Buyurdu.

Adam aynı soruyu iki defa daha sorduğunda peygamberimiz aynı cevabı tekrar etti. Adam: “Sonra kim gelir” diye sordu. Peygamberimiz “ Baban” buyurdu.

Kur’an’ın ana-baba hakkındaki görüşü :

“ Rabbin, yalnız kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi yanında yaşlanırsa, kendilerine “ öf “ bile deme; Onları azarlama. İkisine de güzel söz söyle, onları esirgeyerek, alçak gönüllülükle üzerlerine kanat ger ve “: Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse simdi de Sen onlara( öyle ) rahmet et!” Diyerek dua et.

Anne ve Babanın Çocukları üzerindeki hakları .

a-Saygı ve sevgi ile davranılması

b-Muhtaç ve yaşlılıklarında ilgi ve şefkat

c-Üzülmelerine yol açan davranışlardan kaçınmak

d-Onları gururlandırmak

e-Öldüklerinde dualar ve hayırlar etmek

Çocukların Anne ve baba üzerindeki hakları.

a-Utanmayacağı güzel bir isim koymak b-Sünnet (erkek ise) ,

c-İyi bir eğitim, d-Helal kazançla beslenme

e-İyi bir Aile terbiyesi, f-İyi bir evlilik,

g-Hayatları boyunca muhafaza,

a. Ana Hakkı

Anne-babamız bizim dünyaya gelmemize, gelmemize sebep olan kişilerdir. Onlar bizlerin yetişmesi için el ele verip, omuz omuza olmuş­lar, hiçbir fedakarlıktan kaçınmamışlardır. Örneğin anne, çocuğunu karnında taşırken, dünyaya getirirken, emzirirken, büyütürken dünya­daki hiçbir şeyle hakkı ödenemeyecek özveride bulunur.

Çocuğuna kol kanal gerer. Onun gözü kulağı olur Çünkü onun için çocuğunu sağlık­lı ve özenli bir şekilde yetiştirmekten daha büyük bir mutluluk yoktur.

Bizler için böylesine büyük fedakarlıklarda bulunan annemizi çok sevmeli, kıymetini bilmeli ve ona saygıda kusur etmemeliyiz. Bizlere ihtiyat duyduğunda yanında olmalı sözlerini dinlemeli ve gerektiğin­de maddî, manevî her türlü yardımı yapmalıyız.

Annemizin, gecesini gündüzüne katarak bizim için fedakarlıkları çe­kinmediğini unutmamalıyız.

b. Baba Hakkı

Babalarımız da bizim yetişmemiz itin annemizle omuz omuza verip üzerine düşen her tur katkıyı sağlamıştır. Önümüze gelen sıcak bir çor­bada, giyinip kuşandıklarımızda, gezip eğlenmelerimizde onun katkısı vardır.

Peygamberimiz bizlere, iyi davranılmaya en layık kişilerin anne ve babamız olduğunu bildirmiştir, ü nedenle bizler anne ve babamıza saygı ve sevgide kusur etmemeli, onlar için her turlu özveride bulun­malıyız. Üstelik Yüce Allah, bizlere acık bir dille anne babaya iyi davranmayı emreder.

Anne ve babamız bizimle aynı evde kalıyorsa onların rahat etmele­rini sağlamalıyız. Unlara ikramda bulunmalı kullandığı eşyaların te­min edilmesinde veya herhangi bir sağlık sorunları olduğunda daima onlara yardımcı olmalıyız. Kutsal kitabımız bu konuda bize; onlara öf bile demeyin, onlar size nasıl merhamet edip büyüttülerse siz de öyle davranın' şeklinde tavsiyede bulunur.

Anne ve babamıza daima sevgi duymalı, güler yüz göstermeliyiz, Unutmamalı ki Allah'ın hoşnutluğunu kazanmanın yolu anne ve baba­mıza karşı anlayışlı ve saygılı olmaktan geçer. Çünkü bunu bize öğüt­leyen bizzat Yüce Allah' tır

c. Kardeş Hakkı

Kardeşler, aynı ailenin fertleridir, Beraber yiyip içen, beraber yaşa­yan bu insanların» birbirleri üzerinde pek çok hakları ve emeklen var­dır Kardeşler aile yuvasının huzuru ve düzeni için birbirleriyle iyi geçinmelidir.

Ailenin huzuru ve uyumu için, kardeşlerin birbirleriyle ilişkilerinin karşılıklı saygı, sevgi ve hoşgörüye dayanması gerekir. Özlük, üveylik, para, mevki, servet ve benzen şeyler kardeşlik bağını olumsuz etkilememeli, dayanışma içerisinde olmaya özen gösterilmelidir Unutmamalı ki birlik ve dayanışmadan kuvvet doğar. Bunu sağlamak için de kardeşlerin kıskançlık ve çekememezlik gibi kötü duygulardan uzak durup iyi geçinmeleri gerekir. Birbirleri ile iyi geçinen kardeşler, sosyal yönleri kuvvetli, toplumda uyumlu, başarılı, sevilen ve sayılan kimseler olurlar.

Kardeşler, aralarında dargınlığa ve kırgınlığa sebep olacak kıskanç­lık, gurur, kibir gibi kötü özelliklerden de kaçınmalıdır. Özellikle ev­de büyük olan ağabey ve ablalara küçükler, saygıda kusur etmemeli, büyükler de onları şefkat ve merhametle koruyup kollamalı, hakları­na saygı göstermelidir.

ç. Akraba Hakkı

Anne ve baba tarafından, kan veya evlilik yoluyla bağlı olduğumun yakınlarımıza akraba denir. Akrabalar, yakın çevremizi oluşturan in­sanlardır. Onlar ailemizin bir parçası olarak görülebilir. Çünkü bizim örfümüzde amca, baba gibi değerlendirilmekte ve baba yarısı sayıl­maktadır, teyzelerimiz ve halalarımız ise. bizim en yakınımız olan kimselerdir. Onları annelerimiz kadar severiz. Büyük anne ve büyük babalarımız ise, her konuda görüşlerine başvurarak deneyimlerinden faydalandığımız kimselerdir.

Dinimizde akraba ilişkilerine çok önem verilir. Onlarla iyi geçin­mek ve saygıda kusur etmemek emredilir. Akrabalarımızı ziyaret et­mek; bayramlarda ve özel günlerde ellerini öpmek, gitmek mümkün olmuyorsa, mektup ve telefonla hal ve hatırlarını sormak, başlarına bir ih geldiği zaman üzüntülerini paylaşmak ve sevinçli anlarında on­larla beraber olmak üzerimize düsen vazifelerdendir

Dinimiz bize akrabalarla ilişkilerimizi sıcak tutmayı, onlarla ilgi­lenmeyi emreder. Ö halde bizler de uzak ya da yakın akrabalarla iliş­kimizi sıcak tutmalı, onlarla yakınlığımızı korumalıyız. Çünkü sağlık­lı akrabalık ilişkileri içerisinde olmak güçlü bir toplum için en gerekli unsurlardan biridir.

d. Arkadaş Hakkı

Arkadaşlık, uzun beraberlikler sonucu oluşur. Kardeşlik kadar önem taşır, iyi bir arkadaş, iyi bir kardeş gibidir. Hatla bazı sırlarımı­zı onlara açar, sevinç ve üzüntülerimizi yine onlarla paylaşırız. Arkadaşlıklar zamanla daha köklü olan dostluklara dönüşür Dostluk ise herkesin gereksinim duyduğu vazgeçilmez, insanî bir ilişkidir.

Atalarımız, "Üzüm üzüme baka baka kararır." demişlerdir. Bu söz bizlere, aynı zamanda, insanların birbirlerinden etkileneceğini öğret­mektedir. Kültürümüzde bunu açıklayıcı güzel bir söz vardır: "Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim." Bundan da anlaşılı­yor ki kişi seçtiği arkadaşlar ve dostlarıyla tanınmaktadır. O nedenle arkadaşlarımızı iyi huylu, ahlaklı, erdemli, anlayışlı kimseler arasın­dan seçmeye dikkat etmeliyiz.

Arkadaşların birbirlerine karşı bir takım hakları vardır. İyilik et­mek, vefalı olmak, hal ve hatır sormak, sevgi ve saygıda kusur etme­mek bu haklardan bazılarıdır.

Hepimiz samimi ve içten davranan arkadaşların kıymetini bilmeli­yiz. Çünkü böylesi arkadaşlar bize kıymet verir, bize olan yakınlığını, sıcaklığını her fırsatta belli ederler. O nedenle bizler de onlara karcı itten, yapmacıksız olmalı kendilerine gösterdiğimi? saygıyı ve sevgi­yi onların anne babaları ve büyüklerine karşı da göstermeliyiz. Arka­daşlarımızın sıkıntılı veya sevinçli günlerinde yanlarında olmalı, on­lar için hiçbir fedakarlıktan kalınmamalıyız.

e. Komşu Hakkı

Aile ve akrabalarımızdan sonra en yakın ilişki içinde olduğumuz insanlar, komşularımızdır,Dinimizde komşuluğun özel bir yeri ve önemi vardır. Bu yönden komşumuzun malı, namusu, şeref ve haysiyeti, kendi şeref ve haysi­yetimiz kadar korunması gereken hususlardandır.

Kutsal kitabımız tüm insan ilişkilerine ve haklarına olduğu gibi komşu haklarına da büyük önem vermiştir. Bu konuyla ilgili Kur'anda şöyle denilmektedir "...yakın komşuya, uzak komşuya, yakın ar­kadaşa, yolcuya ellerinizin altında bulunanlara (...) iyi davra­nın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimse­yi sevmez.Bu halde bizler de Kur'an'ın bu öğüdüne uygun davranmalı, komşularımız için yapabileceğimiz bir îyilik söz konusu oldu­ğunda elimizden geleni yapmalıyız.

Sevgili Peygamberimiz; "Komşusu şerrinden emin olmayan kimse (gerçek) mümin olamaz"-' buyurmuştur. Buna göre komşu hakkına dikkat etmek, cennete girmenin başta mümin olmanın gelen koşullarından biridir.

Peygamberimiz, bir sözlerinde komşunun komşu üzerindeki hakla­rının neler olduğunu şöyle özetlemiştir

"Komşunun hakkı: Eğer hasta olmuşsa ziyaret edersin, ölür­se (cenazesini mezarlığa kadar) uğurlarsın. Borç isterse verir­sin. Eğer bir ayıbı bir kusuru çıkarsa onu örtersin. Basına bir musibet geldiği takdirde teselli edersin. Evini onun evinden yüksek yaparak rüzgarını kesme, pişirdiğin yemeğin kokusuy­la onu rahatsız etme veya o yemekten ona da ver.

Toplumumuzda komşuluk hakkında söylenen, "Ev alma komşu al" "Komşu komşunun külüne muhtaçtır" şeklindeki sözler, komşuluğun önemini açıkla ifade eder. Ayrıca Peygamberimizin "Evden önce komşu, yola çıkmadan önce yol arkadaşı (aranmalıdır). şeklindeki hadisi de aynı hususu vurgulamaktadır.

İslam’ın temel hedeflerinden birisi de "Sosyal barışı" kurmak ve onu yaşatmaktır. Sosyal barışı sağlamada komşu ilişkilerinin çok bü­yük etkisi vardır. Peygamberimiz bir hadisi şerifte; "Komşusu aç ol­duğu halde kendisi tok yatan bizden değildir."- diyerek bizleri komşularınızın sıkıntılarını gidermeye çağırmaktadır. Ayrıca Peygamberimizin bu sözü komşu haklarına dikkat edildiği zaman sosyal ba­rış ve dayanışmanın daha iyi sağlanacağını ortaya koymaktadır.

KONU İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

1.. İyi davranışlar için kendini bütünüyle Allah'a veren kim­se gerçekten en sağlam kulpa yapışmıştır. Zaten bütün içlerin sonu Allah'a varır.

2. "Lokman, oğluna öğüt vererek Yavrum, Allah'a ortak koşma, çünkü ortak koşmak büyük bir zulümdür demişti."

3. "Biz insana, ana - babasına iyi davranmasını tavsiye et­mişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımış­tır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) ön­ce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmu­şuzdur. Dönüş ancak banadır." "Eğer onlar seni, hakkında bil­gin olmayan bir şeyi bana ortak koşmak için zorlarlarda, on­lara uyma. Onlarla dünyada iyi geçin ve bana yönelenlerin yo­luna uy. Sonunda dönüşünüz Bana'dır."

4. "Andolsun ki, Resûlullah. sizin için, Allah'a ve ahiret gü­nüne kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.

5. "Yavrum, namazını kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçi­rmeye çalış, başına gelene sabret. Doğrusu bunlar, azmedil­me y e değer işlerdir. Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini be­ğenmiş övünüp duran kimseleri sevmez."1

"Sizden biriniz kendisi için arzu ettiğini kardeşi için de arzu et­medikçe (tam) iman etmiş olmaz."

"Kişinin hayır yolunda harcadıklarının en sevap olanı, ailesinin ihtiyacına sarf ettiğidir"

"Zararından komşusu emin olmayan kimse, cennete giremez"

"Allah'a ortak koşmak ve ana babaya asi olmak en büyük günah­lardandır.".

ÜNİTE 6 ÖĞRENME ALANI: DİN VE LAİKLİK

ATATÜRK VE DİN

1. Atatürk’e Göre Din Vazgeçilmez Bir Kurumdur.

2. Atatürk Dinin Yozlaştırılmasına Karşıdır.

3. Atatürk’ün İslâmiyet ve Hz. Peygamberle İlgili Sözleri

Türk milleti dindar olmalıdır yani, bütün sadeliğiyle dindar olmalıdır demek istiyorum. Bizzat hakikate nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum... Din şuura muhalif, ilerlemeye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor."

"Bizim dinimiz en tabi ve makul dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dine tabii olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uygun olması lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur."

"Ey Arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür- Adalet-i ilahiye, O’nun tecellilerine bakarak diyebiliriz ki, insanlar iki sınıfta, iki devrede mütalaa olunabilir, ilk devir insanlığın çocukluk ve gençlik devridir. İkinci devir, insanlığın kemal (olgunluk ) devridir."

"Ey millet! Allah birdir, şanı, büyüktür. Allah’ın selameti, afiyeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri tebliğe memur ve resul olmuştur. Koyduğu esas kanunlar cümlemizce malumdur ki Kur’anı azimüşşandaki husustur. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir, temel dindir. Çünkü dinimiz akla mantığa hakikate tamamen uyuyor. Eğer akli mantığa, hakikate uymamış olsaydı bununla diğer ilahi ve tabi kanunlar arasında aykırılıklar olmalı gerekirdi. Çünkü bütün kanunları yapan Cenab-ı Haktır."

"Din vardır ve lazımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var malzemesi iyi. Fakat bina uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmemiş. Aksine olarak birçok yabancı unsur (tefsirler, hurafeler gibi) binayı fazla hırpalamış. Bugün bu binaya dokunulamaz, tamir de edilemez. Ancak zamanla çatlaklar derinleşerek ve sağlam temeller üzerinde yeni bir bina kurmak lüzumu hasıl olacaktır."

"Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanın emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünce ve tefekküre karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz, kasde ve fiile dayanan bağnaz hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere fırsat vermeyeceğiz."

"Efendiler.... Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek danışmak için yapılmıştır. Millet işlerinde her kişinin zihninin başlı başına çalışması lazımdır. İşte biz de burada din ve dünya için geleceğimiz ve istiklalimiz için ve en çok milli egemenliğimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncelerimi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerini anlatmak istiyorum. Milli ülküler milli irade yalnız şahsın düşmesinden değil tüm millet fertlerinin ülkülerinin toplamıyla yaratılır..."

Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah’ın emrettiği şeyi, kadın ve erkek beraber olarak ilim ve kültür edinmeleridir. Kadın ve erkek, bu ilim ve kültürü aramak ve nerede olursa oraya gitmek ve onunla dolu olma zorundadır. İslam ve Türk tarihi tetkik edilirse görülür ki bugün kendimizi bir türlü kayıtları bağlı zannettiğimiz şeyler yoktur. Türk sosyal hayatında kadınlar ilim, kültür ve diğer hususlarda erkeklerden katiyen geri kalmamışlardır. Belki daha ileriye gitmişlerdir.

"Milletimiz dil ve din gibi kuvvetli iki hazineye sahiptir. Bu faziletleri hiç bir kuvvet milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamayacaktır ve alamaz."

"Minberlerin halkın anlayacağı bir dille ruh ve dimağa hitab olunmakla İslam ehlinin vücudu canlanır, iman kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur. Fakat buna nazaran hatiplerin haiz olmaları lazım gelen özellik yetenek ve dünyanın gidişini bilmeleri çok önemlidir."

"Bu başarının, kutsal topraklarımızı düşman istilasından büsbütün kurtaracak olan kesin zaferin hayırlı bir başlangıcı olmasını Tanrının lütfundan dilerim."

"Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selameti, sevgisi üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri Allah tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun temel esası, hepimizce bilinmektedir ki, Yüce Kuran'daki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. 2, s. 93)

"Bizim dinimiz en makul ve en doğal bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, tekniğe, ilme ve mantığa uygun olması gerekir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur. ... İslam'ın sosyal hayatı içinde hiç kimsenin, bir özel sınıf halinde varlığını sürdürme hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler dini kurallara uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin kurallarını eşit olarak öğrenmeye mecburuz" (Atatürk"ün Söylev ve Demeçleri, 1959, c.2, s. 90)

ÜNİTE 7 ÖĞRENME ALANI: DİN, KÜLTÜR VE MEDENİYET

İSLÂM VE BİLİM

1. Din-Bilim İlişkisi

2. İslâm’da Bilginin Kaynakları

2.1. Akıl

2.2. Vahiy

2.3. Duyular

3. İslâm Aklı Kullanmayı ve Bilimi Teşvik Eder.

4. İslâm Bilimsel Yöntemlerle Araştırılmalı ve Öğrenilmelidir.

5. İslâm Medeniyetinde Eğitim Kurumları

6. Müslümanların Bilim ve Medeniyete Katkıları

1. Din-Bilim İlişkisi

Din, farklı isimlerle de olsa, tarih boyunca, insanın oldu u her yerde var olmuş, insanlığın doğal akışını daima etkilemiş ve etkilemeye devam etmektedir. Din, amacına uygun olarak anlaşıldı ı zaman, insanları kaynaştırmış ve toplumsal barışın güvencesi olmuştur. Doğru anlaşılmadığı zaman da toplumları parçalamış ve her türlü gelişmenin önünde engel hâline gelmiştir.

Günümüzde değişim ve kültürler arası etkileşim hızlanmış; farklı dinlere mensup insanlar için, birbirlerini daha iyi tanıma ve anlama imkânı doğmuştur. Bu durum, öz değerlerimizin evrensel boyutunun öne çıkarılmasını gerektirmektedir.

Allah Kuran'da insanları, göklerin, yerin, dağların, yıldızların, bitkilerin, tohumların, hayvanların, gece ile gündüzün meydana gelişinin, insanın kendi doğumunun, yağmurun ve yaratılmış daha birçok varlığın üzerinde düşünmeye ve bu varlıkları incelemeye çağırmaktadır. Bunları inceleyen insan ise tüm varlıklarda Allah'ın yaratış sanatını görecek, böylece kendisini ve tüm evreni yoktan yaratan Rabbini tanıyabilecektir.

Din, bilimsel araştırmaları teşvik ettiği gibi, dinin bildirdiği gerçeklere göre yönlendirilen bilimsel araştırmalar da çok hızlı ve kesin sonuçlar getirir. Çünkü din, evrenin ve canlılığın nasıl var oldukları sorusuna en doğru ve en kesin cevabı veren tek kaynaktır. Dolayısıyla doğru bir noktadan başlanarak yapılan araştırmalar, evrenin ve canlılığın var oluşuna ait sırları en kısa sürede, en az emek ve enerji harcayarak açığa çıkaracaktır. 20. yüzyılın en büyük bilim adamlarından biri olarak kabul edilen Albert Einstein'ın da söylediği gibi "dinsiz bilim topaldır", yani dinin yol göstermediği bilim ilerleme gösteremez, kesin sonuçlara ulaşması çok zaman alır ve hatta çoğu zaman sonuç alınması mümkün olmaz.

Bu gerçeği göremeyen materyalist ideolojiye sahip bilim adamları tarafından yönlendirilen bilimin ise, özellikle son iki yüzyıldır, ne kadar vakit kaybettiği, bu yolda yapılan çalışmaların büyük bir kısmının heba olduğu ve harcanan trilyonlarca liranın nasıl boşa gittiği gözler önündedir.

İşte bu nedenle, insanların kesin olarak bilmeleri gereken bir gerçek vardır: Bilim ancak Allah'ın sonsuz kudretini, evrendeki yaratılış delillerini araştırma amacını benimser ve bu amaç doğrultusunda çalışırsa doğru sonuçlara ulaşabilir. Rotası doğru çizilirse, yani doğru yönlendirilirse bilimin gerçek amacına en kısa sürede ulaşması sağlanabilir.

2. İslâm’da Bilginin Kaynakları

2.1. Akıl

Bilimsel araştırmaların yalnız pratik alanında kalanlar, bu konuda her zaman her yerde yanlış açıklamalara düşmüşlerdir. Ancak hayatlarını tamamen bilimsel araştırmalara vermiş olanlarındır ki, bu seziş ve ilham, kalplerine dolar ve ancak bu çapta adamlardır ki, bin bir güçlüğe rağmen bu aramalarına devam ederler. Onlar bu kuvveti din duygusundan alırlar. Bir çağdaşımız pek doğru olarak şöyle demiştir: Bizim materyalist çağımızda en derin din duygusunu, pozitif bilim yolunun ilk arayıcıları sezmişlerdir

2.2. Vahiy

Din, insanlara evrenin ve canlılığın varoluşu ile ilgili en doğru bilgiyi veren ana kaynaktır. Ancak "din" dediğimizde esas alınması gereken tek kaynak "Kuran"dır. Çünkü diğer dinlere ait Kutsal Kitaplar bozulmaya uğramışlar ve İlahi Kitap olma özelliklerini yitirmişlerdir.

Ancak Kuran tamamen Allah'ın sözüdür ve içinde hiçbir çelişki bulunmamaktadır. O, Allah'ın kullarına yol gösterici olarak indirdiği Kitabı'dır. Allah, "Hiç şüphesiz, zikri (Kuran'ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz." (Hicr Suresi, 9) ayetiyle Kuran'ın hak kitap olduğunu ve korunduğunu bildirmiştir. Bu yüzden bilim, Kuran'ın gösterdiği yolda, onun yönlendirmesiyle hareket ederse, Allah'ın emrettiği yola uyduğu için son derece hızlı ilerleyebilir. Dinin gösterdiği yolun aksi izlendiğinde ise bilim adamlarının, hem zamanı, hem de maddi imkanları israf olmakta, bilimin ilerleme hızı kesilmektedir.

Her konuda olduğu gibi bilimsel alanda da uyulması gereken doğru yol, Allah'ın Kuran'da buyurduğu "yol"dur. Allah'ın bildirdiği gibi "Şüphesiz, bu Kur'an, en doğru yola iletir..." (İsra Suresi, 9)

2.3. Duyular

3. İslâm Aklı Kullanmayı ve Bilimi Teşvik Eder

Allah'ın varlığına ve büyüklüğüne iman eden bilim adamlarının dünyaya yönelik bir makam, mevki, ün veya para gibi hırsları olmadığı için, bilimsel araştırmalarda gösterdikleri gayret de son derece samimi olur. Bu insanlar bilirler ki, evrenle ilgili olarak keşfettikleri her sır tüm insanlara Allah'ı tanıtacak, insanlara Allah'ın sonsuz gücünü ve ilmini gösterecektir. Ve insanlara Allah'ın varlığını anlatmak, yaratılış gerçeğini tanıtmak iman eden bir kişi için kuşkusuz önemli bir ibadettir.

Allah'ın Kudreti, Aklı ve Güzelliği hakkında, O'nun yaratışını sergileyen tüm deliller ve akılcı açıklamalar. Örneğin, hayvanlar, bitkiler ya da madenler arasında Allah'ın yarattıklarının çeşitliliği ve oluşumları; sindirimin ve (yemekleri) dönüştürmenin detayları; insanın yaptığı tasarım örnekleri ve diğer her türlü akılcı argüman; eski ve modern bilim ve sanat dalları ve tüm edebiyat...
DİN, BİLİMİN DOĞRU YÖNLENDİRİLMESİNİ SAĞLAR

Bilim, içinde yaşadığımız maddesel dünyanın deney ve gözlem yoluyla incelenmesine denir. Elbette bilim bu incelemeyi yaparken, deney ve gözlem yoluyla elde ettiği verileri temel alarak, bu verilere bakarak sonuç çıkaracaktır. Ancak bunun yanı sıra, her bilim dalında, araştırma öncesinden kabul edilen bazı temel kıstaslar vardır. Bu kıstasların tümüne birden bilim dilinde "paradigma" adı verilir.

Bu temel, yapılacak olan bilimsel araştırmaların "istikametini" belirler. Bilindiği gibi bilimsel araştırmalardaki ilk adım bir "hipotez" (varsayım) belirlemektir. Bilim adamları inceleyecek oldukları konu hakkında ilk başta belirli bir varsayım ortaya atarlar. Daha sonra bu varsayım bilimsel verilerle sınanır. Eğer yapılan deney ve gözlemler varsayımı doğrularsa, varsayım yani ¨hipotez¨, "teori" olma yoluna girmiştir. Eğer hipotez yalanlanırsa, başka hipotezler denenir ve bu süreç devam eder

Müslümanların Bilim ve Medeniyete Katkıları

Müslümanlar, Abbasîler devrinden itibaren bilimsel çalışmalara ağırlık vermişler, ilmi ve felsefi eserleri kendi dillerine çevirmişler, Yunan ve Roma kültürünü öğrenmişlerdir.

Orta Çağ Avrupa sı karanlık içindeyken Müslümanlar, ilim ve fenle uğraşıyor, geleceğin dünyasını kuracak teknik ve teknolojik icat ve ke­şifler yapıyorlardı. Müslümanlar aynı zamanda, bu bilgileri isleyip ha­yata geçirerek, ilmî gelişmelerin merkezi olma özelliğini koruyordu.

Orta Çağda kilise, dünyanın döndüğünü söyleyen Kopernik (1473-1543) ve Galile (1564-1642) gibi bilim adamlarını cezalandırı­yor, tabiat olaylarım da akıl ve bilim dışı yollarla açıklıyordu. Halbu­ki, onlardan 500 sene evvel Beyrûni (973-1051), dünyanın yuvarlak olduğunu söylemiş, güneş sistemi ile ayın hareketlerine dair bir eser yazmıştı.

İslam kültür ve uygarlığının balı dünyasına geçişini sağlayan çok çeşitli kanallar vardı. Her şeyden önce, Müslüman ülkelerde yaşayan ve İslam kültürünü iyi bilen Yahudi ve Hıristiyan topluluklar bunların başında gelmekte idi. Bu toplulukların her türlü hak ve özgürlükleri, Müslümanlarca özenle korunmakta idi. Bu durum, kültür alış verişin­de sun derece yararlı olmuştur.

Batılılar, İslam dünyasına dindaşlarını ziyaret etmek veya ticaret yapmak için geldikleri zaman istedikleri yerde istedikleri kadar kalı­yorlardı. Bu da o bölgede bulunan İslam kültür ve medeniyetinin ürünlerim tanımaya vesile oluyordu.

Müslümanlar, özellikle deniz ticaretinde çok ilen bir noktaya ulaşmışlardı. İspanyalı Müslümanlar, kullanmak ve salmak için son dere­ce lüks giyim ve sus eşyası üretiyorlardı. Kurtuba'yı ve öteki şehirle­ri gezen batılılar, o sırada çok sık kullanılan bir deyimle, konforlu bir yaşama sanatına şahit oluyorlar ve bundan da etkileniyorlardı.

Endülüs'le İslam kültürünün ürünlerini koruyan, öğreten ve zen­ginleştiren günümÜ7Ün üniversitesi niteliğinde olan medreseler var­dı. Aynı zamanda birer bilim merkezi olarak çalışan bu kurumlardaki bilgileri batıya aktarmak için İspanya’da, İtalya'da ve Güney Fransa'da okullar açıldı. Medreselerde okuyan batılı öğrenciler, öğrendikleri bil­gilen kendi ülkelerinde açılan okullarda uygulamaya çalışıyorlardı.

Müslümanlar tıp, fizik, kimya, matematik, cebir, geometri, astrono­mi gibi bilim dallarında da birçok önemli eserler vermişlerdir. Pratik­te kullanımı zor olan Romen rakamları yerine, bugün her alanda ra­hatça kullanılan rakamlar, sıfır ve ondalık sayı sistemi Müslümanlar tarafından geliştirildi ve batıya aktarıldı.

Müslümanların tıp alanındaki hizmetleri her zaman takdir edilip örnek alınmıştır. Müslüman tıp bilginlerinin kitapları asırlarca batıda ders kitabı olarak okutulmuştur. Ebu Bekir Razî, İbni Sina, Ibnu'n-Nefs batı dünyasını en çok etkileyen bilginlerimizdendir. Ebu Bekir Razi'nin, el-Havı isimli t:p kitabının, batıda değişik dillerde defalarca baskısı yapılmıştır. Razi'nin çiçek ve kızamık hastalıkları hakkındaki eseri bir şaheserdir. İbnu'n-Nefs'in kan dolaşımını izahını doğru ola­rak yapması büyük bir doktor olduğunun göstergesidir.

Avrupalıların Avicenna (Avisenna) dedikleri İbni Sina'nın Kanun isimli eseri, tercümesi yapıldıktan sonra Avrupa tıp fakültelerinde yıl­larca en önemli ders kitabı oldu. Tıp ile ilgili bir diğer bilim dalı olan eczacılıkta da dünya bilimine Müslümanların büyük katkıları olmuş­tur. İlk drajeler, Müslümanlar tarafından çıkarılmış, ilaç katalogları hazırlanmıştır.

Müslümanların tarih ve coğrafya dallarında da bilime katkıları ol­muştur İdrisî'nin ve Pirî Reis'in dünya harı ulan günümüzde bile tak­dir edilmektedir.

Müslümanların felsefe ve düşünce alanında da batıya etkileri bü­yüktür. İslam dünyasının filozoflarından Kindî’nin ve Farabî’nin eser­leri Latince’ye çevrilmiştir. İbni Sina'nın eserlerinin Latınceye çevril­mesi ve incelenmesi İbni Sînacılık denen bir akımın doğmasına yol aç­tı. Aynı şekilde Latin dünyasında İbn Rüştçülük adı verilen bir felsefe akımı batıda yüzyıllarca etkisini korumuştur.

Yorum Gönder

 
Top