0

HALK HİKÂYESİ
Halk hikâyesi, nazım ve nesir katışığı eserlerdir. XV. yüzyıl başlarında yazıya geçtiği sanılan, fakat daha önceki yüzyıllarda oluştuğu anlaşılan Dede Korkut Hikâyeleri, bu türün elimizdeki ilk örneğidir.
Destanların, ya da birtakım olaylar üzerine yakılan türkülerin oluşumu gi­bi, halk hikâyelerinin oluşumu da çoğu zaman geçmiş bir olaya, yaşamış bir kişi­nin hayatına bağlıdır(Ercişli Emrah'ın yaşamış bir saz şairi olduğu, Kö­roğ1u ile arkadaşlarının da XVI. yüzyıl sonlarındaki Celâli eşkıyaları arasında adının geçtiği biliniyor). Bunlara benzetme yoluyla, ya da masallardan yararlanı­larak hayalsi hikâyelerde yaratılmıştır. Halk hikâyelerinin oluşumunda gerçek olayların, masalların payı olduğu gibi, İran yoluyla gelmiş bulunan Arap, Hint ve Fars hikâyelerinden (Bin Bir Gece, Kırk Vezir, Tuti-nâme v.b.), bu arada Di­van edebiyatındaki ünlü mesnevî konularından da (Leylâ ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Yûsuf ile Zü1eyhâv.b.) yararlanılmıştır.

Halk hikâyeciliği geleneğinde bir yandan eski hikâyeler ustadan çırağa, ağızdan ağıza, kuşaktan kuşağa geçerek sürüp giderken bir yandan da yeni olay­lardan yeni hikâyeler düzenlenmiş, bunlar da ustadan çırağa geçme yoluyla ya­şamaya başlamıştır. Destanların olduğu gibi hikâyelerin de kuşaktan kuşağa ak­tarılarak sürdürülmesi geleneğinin yazıya geçmiş en eski belgesini Dede Kor­kut Kitabı'ndaki Deli Dumrul hikâyesinin sonunda görüyoruz:

"Bu boy Deli Dumrul'un olsun, benden sonra alp ozanlar söylesin, alnı açık cömert yiğitler dinlesin."

Sözlü gelenekte yüzyıllarca ağızdan ağıza sürüp gelen hikâyelerden birka­çı somadan yazıya geçmiş, kimileri de ancak XIX. yüzyılın sonlarına doğru ba­sılmıştır.

Halk hikâyeleri, hikâyeci-âşıkların da bölüşüne göre, konuları bakımın­dan başlıca üç bölüme ayrılır: Kahramanlık HikâyeleriAşk hikâyeleri ve Dinî Hikâyeler.

Savaş, dövüş, kabadayılık, babayiğitlik vb. olaylarını işleyen hikâyeler bi­rinci bölüme girer(Dede Korkut hikâyeleri, XVIyüzyıldan sonra oluşan Köroğlu hikâyeleri vb.); bu yoldaki hikâyelerde eski destan geleneğinin izleri gö­rülmektedir.



Aşk olaylarını işleyen hikâyeler ikinci bölüme girerBunların bir bölümü, kimliği bilinen kişilerin (saz şairlerinin, ya da başkalarının) hayatları üzerine ku­rulmuştur (Âşık Garip, Kerem ile Aslı, Emrah ile Selvi Han vb.); bir bölümü ise, kimliği bilinmeyen hayalsi kişiler üzerine kurulmuştur (Elif ile Mahmut vb.). Bu yoldaki hikâyelerde, birbirine kavuşmak isteyen bir kızla bir erkeğin kavuşmalarını önleyen din ayrılığı (Kerem ile Aslı), sınıf ayrılığı (Emrah ile Selvi Han vb.), servet eşitsizliği (Arzu ile Kamber vb.) gibi toplumsal engel­lerle savaşmaları anlatılır.

Dinî hikâyeler ise, tarihe mal olmuş kahramanları veya dinsel açıdan önemli kabul edilen erdemli kişileri konu edinen halk hikâyeleridir. Hayber Kalesi, Kan Kalesi, Battal Gazi, Danişment Gazi, Hz. Ali gibi şahısların üzerine kurulmuş hikâyelerdir.

Halk hikâyeleri, genellikle kasaba ve köylerde uzun kış gecelerinde, ra­mazan gecelerinde, düğünlerde ve başka nedenlerle yapılan toplantılarda anlatı­lır. Bir hikâyenin anlatımı, konunun uzunluğuna, hikâyeci-âşıkların gücüne, dinleyicilerin ilgisine göre, her bir toplantı dört beş saat olmak üzere, 3-7 gece, hatta kimi zaman daha da uzun sürer. Hikâyecinin, yere ve zamana göre, asıl ko­nuya eklediği başka olay ve menkıbelere "karavelli" adı verilir. Yukarıda da işa­ret ettiğimiz gibi, nazım ve nesir katışığı olan bu hikâyelerde olaylar nesirle an­latılır; ancak, coşkulu yerlerde hikâyeci-âşık "telle söylemeyi dille söylemeye" yeğ sayar. Hikâyeci, ayakta dolaşarak, gerektikçe vücut ve yüz hareketleri yapa­rak, hikâye kişilerinin konuşma ve duygu özelliklerini ses taklitleriyle belirterek anlatır, çalar ve çağırır. Bu bakımdan, halk hikâyesi, şiir, musiki, hikâye ve oyun özelliklerini kendinde toplamıştır.

Halk hikâyelerinin kendine özgü bir biçimi, bir düzeni vardır. Kesin biçi­mini XVI. ya da XVII. yüzyılda aldığı sanılan bu hikâyeler "Râviyân-ı ahbâr ve nâkılân-ı âsâr ve muhaddisân-ı rüzgâr şöyle rivayet ederler ki..." yolunda bir söz kalıbıyla başlar; "döşeme" adı verilen ve nesirle söylenen bir tekerlemeden son­ra asıl konuya girilir; "Ustamızın adı Hıdır, elimizden gelen budur" yolunda bir söz kalıbıyla da sona erer. Hikâyelerin içinde de birtakım söz kalıpları vardır; bunların en ünlüsü, türkülere başlamadan önce söylenen: "Aldı Kerem", "Aldı Garip", "Aldı bakalım ne dedi" yolundaki sözlerdir. Bunun en eski örneğini De­de Korkut Kitabı'nda görüyoruz: "Burada Dirsa Han soylamış, görelim Han'un ne soylamış, aydur."



Halk hikâyeleri; Türk, Arap ve İran-Hint Kaynaklı olmak üzere üç grupta toplanır:

Kaynağı Türk olan hikâyeler: Dede Korkut Hikâyeleri, Kerem ile Aslı, Âşık Garip, Emrah ile Selvihan vb.

Kaynağı Arap olan hikâyeler: Yûsuf u Züleyhâ, Leyla ile Mecnun vb.

Kaynağı Hint-İran olan hikâyeler: Ferhat ile Şirin, Kelile ve Dimne vb.

Yorum Gönder

 
Top