OĞUZ TÜRKÇESİNİN ÖZELLİKLERİ
Oğuzların, Köktürklerin yerini alan Uygurlar döneminde de Orhun ırmağı bölgesinde yaşadıkları ve Uygurlarla Köktürk döneminde olduğu gibi, kimi zaman dostluk ilişkileri içinde oldukları, kimi zaman da savaşlar yaptıkları bilinmektedir.
Oğuzlar Karahanlılar döneminde de sahnede olmuşlar ve varlıklarını Karahanlıların batısındaki sınır bölgelerinde sürdürmüşlerdir. IX-XI. yüzyıllar arasındaki dönemde, Oğuzların Aral gölü kuzeyindeki steplerde ve Seyhun (Sirderya) ırmağının iki yakasında oturduklarını, tarihî ve coğrafî kaynakların verdiği bilgilerden öğreniyoruz. Bu Oğuzların daha X. yüzyılda Sirderya (Öküz ırmağı) boylarında ve Aral gölü kıyılarında Yenikent merkez olmak üzere bir Yabgu Devleti kurduklarını da biliyoruz. X-XI. yüzyıllar arasında Yenikent'e ilâve olmak üzere, Haare, Cend, Sepren (Sabran, Savran), Suğnak, Karnak, Karaçuk (Fârab) şehirlerini de kurmuşlardır. Oğuzların XI. yüzyılda batıda Hazar denizi kıyısındaki Mangışlag (Siyah Kûh) adını verdikleri yarımadayı ele geçirip orada yerleştikleri de bilinmektedir. Bu bölgedeki Oğuzlar kısmen göçebe kısmen de yüksek kültürlü bir yerleşik hayata geçmiş bulunuyorlardı. Oturdukları yerlerde bir yandan Maveraünnehir'in yerli halkı ile karışmakta, bir yandan da Karahanlı, Yağma, Çiğil, Argu ve Karluklar ile komşuluk ilişkilerini devam ettirmekte idiler.
Oğuz Türklerinin lehçelerine gelince: VI-XI. yüzyıllar arasındaki dönemde Oğuzlar nasıl bağımsız bir devlet kuramamışlar ise, Oğuzcaya dayalı bir yazı diline de sahip olamamışlardır. Ancak, Eski Türk yazıtlarında olsun, Uygur ve daha sonraki döneme ait eserlerde olsun yer yer Oğuzcanın yazı dillerine ve yazılı eserlere yansımış belirtilerini ve bazı özelliklerini de bulmak mümkündür. Bilindiği gibi Türkçe, VI-XI. yüzyılların Türk devletleri olan Köktürk, Uygur ve Karahanlılar dönemlerinde, yer, zaman ve kültür alanı ayrılıklarına, kelime hazinesindeki bazı farklılaşmalara rağmen, genel yapısı itibarıyla yine de birbirinin devamı niteliğinde tek bir kol hâlinde ilerlemiştir. Bu bakımdan Oğuzcanın VI-XI. yüzyıllar arasındaki dönemi esas itibarıyla sisli bir perdeyle örtülmüş bulunmaktadır. Ne var ki, bu dönemdeki Türk devletlerinin sınırları içinde birbirinden farklı etnik unsurların yer almış ve bunlara ait dil özelliklerinin yer yer yazı diline de yansımış olması, yazıtlarda olsun meydana getirilen yazılı eserlerde olsun birtakım lehçe veya ağız ayrılıklarının doğmasına yol açmıştır. Nitekim W. Radloff, Orhun Yazıtları yanında, merkezi Turfan olan geniş bir alanda daha başka edebî bir dil olduğunu ve bu edebî dilin daha sonraki bir sıra Türk lehçelerine temel oluşturduğunu yazmıştır. Rus Türkologlarından S. E. Malov da Yenisey ve Orhun Yazıtları'ndaki lehçe ayrılıkları ile eski Kuzey Oğuzcasının etkisine işaret etmiştir. A. von Gabain ise, Eski Türkçe döneminde, bugüne kadar hangi kavmî unsurlara ait olduğu tespit edilemeyen beş ayrı lehçenin izleri bulunduğunu belirtmiştir. Ayrıca, Uygur yazmalarında olduğu gibi, Orhun ve Yenisey Yazıtları'nda da lehçe ayrılıkları yüzünden bir dil birliğinin bulunmadığına işaret etmiştir. Köktürk ve Uygur ülkelerinde yukarıda belirtildiği üzere, Oğuzlar da önemli bir yer tuttuklarına göre, Eski Türkçe döneminde Oğuz lehçesi ile ilgili bir kısım özelliklerin de kendini göstermesi olağandır. Bizim bu konuda metinler üzerinde yaptığımız bir araştırma, özellikle Yenisey ve Orhun Yazıtları ile Uygurcanın n lehçesi metinlerinde belirtiler veya genel eğilimler hâlinde birtakım Oğuzca özelliklerin de yer aldığını ortaya koymuştur. Daha sonraki yüzyıllarda, Karahanlı dönemini temsil eden bir eserde de Oğuzcanın belirgin izlerine rastlanmaktadır. Rus Türkologlarından A. K. Borovkov'un araştırmalarına göre, Oğuzcanın etkisi, daha eski bir Oğuz-Türkmen edebî an'anesinin varlığını gösterecek biçimde Anonim Kur'an Tefsiri'nde de yer almıştır. Demek oluyor ki, VI-XI. yüzyıllar arasındaki gelişme sürecinde, Oğuz lehçesi temelde bir sis perdesine bürünmekle birlikte, yine de birtakım özelliklerini o devir eserlerine yansıtmış bulunmaktadır.
Yorum Gönder